Ömer Karakaya, İstanbul Avcılar'da yazın turist gezdiren bir kaptandı. Tek geçim kaynağı bu olduğu için yazları iple çekiyordu. Yani o tekne gerçek bir "ekmek teknesi" idi.
Bir gün teknesinde biriken yağmur suyunu hortumla dışarı boşaltmak istedi. Birileri onun videosunu çekip sosyal medyada "Denize yağ döküyor" diye paylaştı. O saatten sonra eşine az rastlanır bir linç başladı. Görüntünün altına yazılan yorumlara yürek dayanmazdı. Nitekim dayanmadı da...
Sosyal medyadaki paylaşım üzerine Sahil Güvenlik de harekete geçti. Kaptana 85 bin lira ceza kesip, ekmek teknesini de bağladı.
Kaptan Karakaya o gece evine gitmedi. Bir çay gazinosuna oturup, sabaha kadar sosyal medyadaki yorumları tekrar tekrar okuyarak hüzne boğuldu. Sabah da oturduğu o sandalyede cansız bedenini buldular. Yüreği o sözlere dayanamamış, kahrından ölmüştü...
Evet hepimiz çevreciyiz, hiçbirimizin gönlü denizlerin hoyratça kirletilmesine razı değil. Ama unuttuğumuz bir şey var: Mahkemelerde görev yapanlar hariç, hiçbirimiz yargıç değiliz... Ne yazık ki sosyal medya, mahkeme şöyle dursun, Ortaçağ'ın karanlık günlerindeki engizisyona döndü. Her sabah uyanır uyanmaz ilk işimiz, avlayacak ve sonra diri diri yakacak bir cadı bulmak...
Kaptan Karakaya ilk "sosyal medya şehidi" değil, belli ki sonuncusu da olmayacak. Allah kimseyi vahşi sosyal medyanın parçalayıcı dişleri arasına düşürmesin...
Memleketin dizi dizi halleri
Geçen hafta Taş Kâğıt Makas dizisinde karşımıza pek tanıdık bir hikaye çıktı. Zengin ve nüfuzlu ailenin 17 yaşındaki oğlu, ehliyetsiz kullandığı annesinin otomobiliyle bir motokuryeye çarpıp ölümüne sebep oldu. Çocuğun dayısı daha önce de oğlunun işlediği bir cinayeti örtbas ettirmiş, Alzheimer hastası masum bir adamı içeri attırmıştı. Bu kez de yeğenini kurtarmak için harekete geçti. Daha önce de işbirliği yaptığı kadın savcının yardımıyla olay yerindeki delilleri yok ederek, herkesi kazayı aile şoförünün işlediğine inandırdı. Ancak idealist bir genç avukatın girişimiyle olay ortaya çıktı. Gerçek hikaye ile dizi senaryosu da burada birbirinden ayrıldı. Önce Katar'a, oradan da ABD'ye kaçmayı planlayan anne ile oğlu, havaalanı yolunda polis tarafından tutuklandı.
Dizide bir de empati mesajı vardı, "kapak" niyetine... Hani çocuğunu ABD'ye kaçıran yazar Eylem Tok için "Empati, anne refleksi" filan diye maval okuyanlar vardı ya, Avukat Harun Yakar'ın son sözü işte onlaraydı:
"Empatiymiş... Gidip biraz da o kuryenin yetim oğlunun annesiyle empati kursunlar..."
Ekrana yine bayram gelmedi
Bayram ekranında yine kiloyla alınmış, onlarca kez gösterilmiş filmler, ucuz animasyonlar, dizilerin tekrarları dolaşıyor. Bırakın özel eğlence programlarını, dizilerin yeni bölümleri bile yayınlanmıyor.
Bir kez daha anlıyoruz ki, bu televizyon işe sadece cebinde parası olanlar için yapılıyor. Onlar bayramda tatile gidip ekrandan uzaklaştığı için de evde kalan garibanlara naftalinli yapımlar reva görülüyor.
Peki onca anlı şanlı firmamız, holdingimiz varken, içlerinden biri çıkıp da televizyon yöneticilerine "Ben sponsor olayım, benim adımla bayram süresince şöyle eskisi gibi bir bayram özel eğlence yapın" demez mi? Vallahi sezon boyunca ayırdıkları reklam bütçesinin karşılığını üç günde almazlarsa ne olayım...
Ne demiş?
Değerli okurum Muharrem Akduman not etmiş: Yarışmada bir genç, harf isterken öyle bilinmedik kişiler seçiyor ki, inanılmaz. Sunucu bile "Kim bu kişi?" demek zorunda kalıyor.. İşte seçtiği enteresan kişilerden biri: "Alfonso Cuaro'nun A'sı..." La havle...
Gaf'let kürsüsü
8 yaşındaki kız çocuğuna dansöz kıyafeti giydirip, masada oynatanları da gördüm ya, artık "Pes" diyecek kadar bile nefesim yok...
Zap'tiye
Tayvan'da 7,4 büyüklüğünde deprem oldu, bir kişinin bile burnu kanamadı. Şu temel fotoğrafı her şeyi anlatıyor sanırım.