Sürekli yazıp dururum ya, "Kader tüm senaristleri cebinden çıkartır" diye, alın size yeni bir örnek: Bir kişinin ölümü 4 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan trafik kazasından sonra ehliyetsiz oğlunu 4 saat içinde Mısır'a, oradan da ABD'ye kaçıran yazar Eylem Tok tüm hünerini gösterse de eminim böyle bir hikaye yazamazdı.
Önceleri herkes gibi ben de yazarla empati kurmaya çalıştım. Anne-baba yüreği neye el verir, neye vermez diye kafamda uzun uzun muhasebe yaptım. Ama olayın çirkin ayrıntıları ortaya dökülünce "ebeveyn içgüdüsü" ile açıklanamayacak kadar "kirli" olduğuna hükmettim. Çünkü ebeveyn refleksi, yerini planlı bir eyleme bırakmıştı. O yolda can pazarı kurulmuşken ambulans çağırmamak ve delil bırakmamak için kazazedelerin cep telefonlarını toplamak "soğukkanlı" ve "planlı" bir davranış olmalıydı.
Anne ve oğulun ABD'de çekilen son fotoğrafları ise kafamda artık hiçbir şüphe bırakmadı. Bir kaç gün önce bir aile reisinin hayatını çaldığını, evladını yetim, karısını dul bıraktığını unutup "gülebilen" bir evlat yetiştirmek, Eylem Tok'un ve cerrah kocasının "eseriydi."
Anladım ki para ve nüfuzlarına güveniyorlardı. Zaten başka türlü ülkeyi 4 saatte terk edecek "organizasyonu" nasıl gerçekleştirebilirlerdi ki? O araçlara çarpan, kadastro memuru Hilmi'nin oğlu olsa, Akbil'i ile ancak Tuzla'ya kadar gidebilirdi...
Adaletin geç de olsa tecelli edeceğine inanıyorum. Bakalım en son kim gülecek?..
Titanic'in gerçek sonu
National Geographic'de haftalardır merak ve heyecanla beklediğim Titanic: James Cameron'la 25 Yıl Sonra belgeselini nihayet izledim.
Unutulmaz filmin yönetmeni Cameron dizinin belli başlı aksiyon sahnelerini dev bir havuz/laboratuvarda kalabalık bir teknik ekiple haftalar boyunca yeniden inceledi. Geminin ikiye bölünüp battığı sahnede gerçekle bağdaşmayan bölümler olduğunu saptadı. Final sahnesinde sevdiği kız Rose ile beraber bir ahşap kapıya tutunarak 2 derecelik suda hayatta kalmaya çalışan Jack'in çok daha kısa sürede hipotermiye yakalanıp öleceğini belirledi.
Filmin en çok tartışılan bölümü ise o kapının her ikisini de taşıyıp taşıyamayacağı idi. Bu durumda Jack'in suda kalıp, sevgilisi Rose için kendisini feda etmesine gerek kalmayacaktı. Yapılan testte o kapının her ikisini de taşıyacağı ortaya çıktı.
Yönetmen Cameron ise belgeselin sonunda özeleştirisini yaptı: "Bugünkü bilgim ve tecrübem olsa o sahneleri yeniden çekerdim. Evet, Jack'in hayatta kalma ihtimali vardı. Ama bu pek çok değişkene bağlıydı. Özellikle o dönemde genç erkekler arasında şövalye ruhu hakimdi. Jack'in bu psikolojiyle hareket etmesi onun doğal karakterinin bir parçasıydı ve kendisine yakışan da buydu..."
Belgeselin jenerik yazıları ekrana düşerken yönetmen James Cameron'a duyduğum saygı ve hayranlık bir kat daha arttı.
Söyler misiniz, başka hangi yönetmen hasılat rekorları kıran, Oscar heykelciklerini salkım salkım toplayan bir filminin ardından kendini birkaç kez taç'a çıkaracak böyle bir belgesel yapmaya cesaret edebilir?
Zap'tiye
Ünlü bir takı markası, şeffaf koli bandı rulosu şeklinde ürettiği bilekliği 9 bin liradan satışa sunmuş. Ataçtan küpe yapıp 5 bin liradan okutmayan ne olsun!
Gaf kürsüsü
Ekrem İmamoğlu iftar masasında karşısındaki gençlere desteksiz salladı: "Her akşam 60-70 eve iftara gittik..."
Ne demiş?
"Osterwolde... Pastanın kreması değil, çileği de değil, pastanın kendisi bu adam..."
(Exxen'de Union Saint Gillouse - Fenerbahçe maçını anlatan Alp Özgen'in sözleri)