Söylerlerdi de ciddiye almazdım, "Evlat sahibi olmak güzeldir ama kız evlat sahibi olmak ömre bedeldir" diye... Çok şükür, Allah nasip etti de şimdi bu keyfi doyasıya yaşıyorum.
Bir de "Kız evi naz evi" derler ya, o da çok doğruymuş. Bizimki her boynuma sarıldığında içimi erittiğini iyi bildiği için ona göre son derece 'kullanışlı' bir babayım. Neyse ki abartmıyor, suiistimal etmiyor. Tatlı tatlı naz yaptığında ise dünyayı önüne sereceğimi biliyor. Ama bizimki çıkar ilişkisi değil. Karşılıklı birbirimizi şımartma yöntemi...
Geçenlerde sevgili Ali Sunal'ın kızlarıyla birlikte sosyal medyada paylaştığı bir fotoğraf gözüme ilişti. Ali, belli ki onların hatırına tütü (Balerin eteği) giymişti. Bir süre önce de Tarkan'ın kızıyla birlikte tütü giydiği bir fotoğraf sosyal medyayı sallamıştı. Her ikisini de görünce aklıma Komiser Şekspir filmi geldi. Bir komiseri canlandıran Kadir İnanır'ın kızı uğruna tiyatro sahnesine Pamuk Prenses olarak çıktığı unutulmaz film...
İki fotoğrafın yanına bizimkini de iliştirdim. Kız babası olmak nasıl bir şey, daha iyi anlaşılsın diye...
Linç etmeden önce bir soluk alın!
Tuğba Özerk yılbaşı gecesi sahneye çıktığında şarkıların sözlerini unuttu, sonra sendelemeye başladı, en nihayetinde vokalistine tutunmaya çalışıp onunla birlikte yere yuvarlandı. Seyirciler yuhaladı. Ertesi gün gazeteler ve haber sitelerinde Tuğba yerden yere vuruldu, "Kendini rezil etti" diye manşetler atıldı. Ardından da kaçınılmaz olarak sosyal medya linci geldi tabii...
Gelin görün ki, Tuğba Özerk sarhoş değil, hastaydı. Uzun süredir Profesör Eralp Başer'in gözetiminde hipofiz tümörü denilen bir hastalıkla mücadele ediyordu. Bu hastalığın etkileri olarak görme alanı ve denge bozuklukları ile bilinç kaybı yaşıyordu. Özerk, en yakınlarından bile sakladığı bu hastalığını, yediği linç üzerine açıklamak zorunda kalırken şöyle dedi: "Artık hiçbir şeyin göründüğü gibi olamayacağı gerçekliği herkes tarafından kabul edilmesi gerekirken, yargısız infaz yaparak yaraya tuz basma zevkinden vazgeçilmesi gerekiyor..."
Bilen bilir, bir sanatçının en büyük ilacı alkış, en etkili kliniği sahnedir. Belli ki Tuğba da yaşadığı tüm olumsuzluklara karşılık kendini sahnede rehabilite etmeye çalışıyordu.
Tuğba'ya inanırsınız, inanmazsınız, o sizin bileceğiniz iş. Ama klavye eşkıyalarının iştahla lince girişmeden önce hiç olmazsa bir an soluk almasında fayda var...
Acun'un işi zor
Bu kez programlarından değil, İngiltere'de satın aldığı futbol takımı Hull City'den söz edeceğim.
Şu anda Championship'te sondan üçüncü olan takımı, BeIN Sports'un yayınladığı Blackpool maçında alıcı gözüyle izledim. Ne yalan söyleyeyim, Acun'un işi hiç de kolay değil. Bir kere takımın fizik kondisyonu, Ada'nın hiçbir liginde oynamaya müsait değil. Santrafor Eaves dışında güçlü bir oyuncu göremedim. Hem kenar yönetimi yetersiz, hem de sahada takımı yönetecek bir lider yok. Longman ve Honeyman dışında gözüme çarpan bir oyuncu da olmadı. Renkleri siyah-beyaz olan takımın Acun gibi hep siyah forma ile sahaya çıkması bizimkini cezbetmiş olmalı. Şaka bir yana; ben olsam, Alex de Sauza'nın menajerliğinde takımın tüm iskeletini değiştirirdim. Tabii bu da büyük para demek. Belli ki, Acun'un bu sezon fazla mesai yapması gerekecek...
Bir de itiraf: İngiltere'de tuttuğum takım Arsenal'di. Artık Hull City'liyim...
Gaf kürsüsü
Esenyurt'ta intihar etmek için balkon korkuluklarına çıkan yabancı uyruklu adama, aşağıda çekirdek çitleyen genç seslendi: "Bak seni izlemek için çekirdek aldım. Atla haydi atla!.."
Zap'tiye
Köprü ücretleri artık gidiş ve dönüş olarak ayrı ayrı ücretlendirilecekmiş. Gidip de dönmeyesim var!
Ne demiş?
"Ebru Gündeş bir mücevher, Murat Boz altın bilezik, Beyazıt Öztürk kirada otururken aldığın ev gibi, yuva... Bizim Oğuzhan Koç ise Bitcoin gibi. İleride değerlenecek belki ama şu anda güvenemiyorsun." (Eser Yenenler'in O Ses Türkiye'nin jüri üyeleriyle ilgili değerlendirmesi)