Atv'deki Müge Anlı ile Tatlı Sert'in müdavimleri, Fatma Karadağ'ı artık çok iyi tanıyor. Üç haftadır DJ Gezgin olarak tanınan kardeşinin ölümüyle ilgili olarak stüdyoda. Onun yüzünden sevgili Müge Anlı ciddi bir tansiyon hastası haline geldi. Çünkü kadının bir dediği diğerini tutmuyor. Bir gün ak dediğine ertesi gün kara diyor. Hepsinden önemlisi bir laf savuşturma ustası. Stüdyoda 5 kişi birden onu sıkıştırırken ne yapıp edip, lafı başka yere çekiyor, dikkatleri dağıtıyor, Müge gibi usta bir soruşturmacı dahil herkesin kafasını bulandırıyor ve olayın içinden bir şekilde sıyrılıyor.
Düşünün, kadının sevgilisi onun gözleri önünde öz kardeşini darp etmiş. 5 gün boyunca kardeşi o evde can çekişmiş. Öldükten sonra da sevgilisiyle birlikte, kokmasın diye oda spreyi sıkmışlar ve kendi deyimi ile cesedi "Çiçek sular gibi" sulamışlar. Bütün bunlara rağmen kadına bir suç isnat etmek mümkün olmuyor. Yılan balığı kıvraklığında avuçlardan kayıveriyor. Öyle ki, kendisini sorgulamak isteyen polislerin bile sinir krizi geçirdiği söyleniyor.
Fatma'yı izlerken insan içinden "Acaba politikacı mı olmalıydı?" diye geçirmeden edemiyor...
Söyleyecek söz bulamıyorum...
Enseyi karartmayayım, yarınlara umutla bakayım diyorum ama iş gereği izlemek zorunda olduğum gündüz kuşağı reality şov programlarında olan biteni görünce moralim fena halde bozuluyor. Acayip ve sanki önü alınamaz bir ahlaki çöküş içindeyiz. Özellikle köylerde ve banliyölerde yaşananlar beni her gün yeni bir şaşkınlığa ve umutsuzluğa sevk ediyor.
Geçenlerde Müge Anlı'da izledim. Hatice, üç çocuğunu bırakıp, öz yeğeniyle kaçıyor. Eşi Seçer, cezaevinden çıkınca Emine adlı evli tanıdığı diyor ki, "O kadın seni sürekli başkalarıyla aldatıyor. Onu boşa, ben de boşanayım, birlikte yaşayalım."
Seçer buna rağmen ekranlarda gözyaşlarıyla karısını çok sevdiğini, geri dönmesini istediğini söyledi. Yayına bağlanan Hatice ise yeni hayatından memnun olduğunu, geri dönmeyeceğini belirtti.
Müge tam programı kapatırken, Seçer dedi ki, "Benim bir mesajım var. Emine, o gitti, tamam sen gel bana..."
"Pes" mi desem, "Yuh" mu desem, yoksa hiçbir şey demesem mi bilemedim...
Vah Almanya'nın haline (!)
Tedarik zincirindeki aksamalar ve pandeminin etkisiyle üretimin azalması yüzünden ABD, İngiltere ve kıta Avrupası'nda market raflarının boşaldığı, akaryakıt istasyonlarında kuyrukların oluştuğu haberleri birbirini izlerken televizyonda ilginç bir görüntü dikkatimi çekti. BeIN Sports'ta yayınlanan Union Berlin-Bayern Münich maçındaki 'skor tabelasına' takıldım.
Dijital çağda, koca Bundesliga'da, önemli bir takımın stadyumunda elektronik skorboard değil, elle değiştirilen 'tabela' kullanılıyordu. Bayern'in deplasmanda 5-2 kazandığı maçta tabela görevlisi en az sahadaki futbolcular kadar yoruldu. Hele yaşadığı kentin takımının yediği son golden sonra 5 rakamını tabelaya yerleştirirken kıpkırmızı yüzü ve kızgın ifadesi görülmeye değerdi.
En saf Atatürk sevgisi
Bana göre 29 Ekim'in en güzel, en anlamlı görüntüsü, Fenerbahçe Müzesi'nde yaşandı. Görüntüyü güvenlik kamerası kaydetmişti. Bir grup öğrenci, öğretmenlerinin nezaretinde müzedeki Atatürk fotoğrafının önünde durdu. Bir süre öğretmenlerini dinleyip, fotoğrafı incelediler. Sonra hepsi gitti, 5-6 yaşında bir kız çocuğu orada kaldı. Önce etrafını kontrol edip, kimsenin kalmadığından emin oldu. Sonra gidip fotoğraftaki Atatürk'e sarılarak onu uzun uzun öptü, kokladı...
Atatürk sevgisinin bu en saf, en katıksız, en karşılıksız olanı, izleyen herkesi duygulandırdı.
Ne demiş?
Hulki Cevizoğlu'nun CNN Türk'teki önerisi şaşırttı: "ABD'nin başkenti Washington, ismini kurucusundan alıyor. Ankara'nın da adı Atatürk olarak değiştirilsin."
Gaf kürsüsü
Washington'da yayın yapan bir televizyon kanalında, meteorolog Michalle Boss hava durumunu sunarken arkasındaki ekranda cinsel içerikli film görüntüleri yer almasın mı?
Zap'tiye
Elon Musk'ın 121 milyar dolarlık servetinin yüzde 2'si ile dünyadaki açlık sorunu çözülebilirmiş. Zaten dünyanın sorunu açları doyurabilmek değil ki, açgözlüleri doyurabilmek.