Hayal etmek, başarmanın yarısıdır derler. Ben de Cumhuriyetimizin 100'üncü yılını kutlayacağımız 2023 yılıyla ilgili azıcık hayal kurdum...
Külliye'nin telefonları durmadan çalmaktadır. Cumhurbaşkanlığı'nın e-mail kutusu dolup taşmaktadır. Macron'un telefonunu Başkan Erdoğan'a bağlarlar. Fransız Cumhurbaşkanı yalvarmaktadır: "Ne olur bizi Türk Birliği'ne alın. Zaten Kanuni bizim kralı kurtarmıştı, hatırlarsanıza.."
ABD Başkanı Biden'dan gelen E-mail metni ise bizzat Başkan Erdoğan tarafından buruşturulup çöp sepetine üçlük atılır: "Fetullah'ı, rahibi, hatta isterseniz Trump'ı bile veririz. Ne olur şu sizin savaş uçağı Akıncı'yı ortak üretelim. Bizim F 35'ler sapır sapır düşüyor."
Yarım saattir hatta bekleyen Putin'i sonunda Başkan'a bağlarlar. Rus lider ricacıdır: "Meğer sizin Karadeniz'de bulduğunuz doğal gaz ve petrol rezervi bizimkine bağlıymış. Siz çekince bizde bir gram kalmadı. Bize verdiğiniz doğal gazda bu yıl yüzde 5 indirim yapamaz mısınız? Maksat ayağımız alışsın..."
Esad, mektubunu bizzat kendi getirmiştir: Külliye'nin merdivenlerinde iki gün bekledikten sonra mektubunu nihayet kapıdaki muhafızın eline tutuşturmayı başarır: "Artık kışkırtacak Kürt terörist bulamıyoruz. Sizden kaçabilen son iki YPG'liyi de sarayda sigortalı çalıştırmaya başladık. ABD sırtını döndü, hazine tamtakır. Lütuf buyurursanız bu cumayı Şam Camii'nde beraber kılalım."
Ardından Mitçotakis, Başkan'a görüntülü bağlanır. Gözü yaşlıdır: "Kıbrıs'ın tamamını size verdik ama Küçükkuyu'dan Midilli'ye yaptığınız köprü çok gücümüze gitti. Hiç olmazsa Yunan vatandaşlardan geçiş ücreti almasanız?"
O sırada Merkel'in telgrafı gelir. E-mail gönderememiştir, çünkü tüm Almanya'ya hizmet veren Türk GSM şirketi, fatura ödemesini geciktirdiği için Şansölye'nin internet hattını kesmiştir. Telgraf çok dokunaklıdır: "Koronavirüs aşısını bulan Türk doktorların kurduğu partinin iktidar olmasına ses çıkarmadık ama meclisin aldığı 'Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu taze işgücünün Almanya'dan karşılanması ve 2 milyon Alman göçmenin Türkiye'de bakılması' kararını Avrasya İnsan Hakları Mahkemesi'ne götürmeyi düşünüyoruz."
Siz de hayal etmeye çalışın. Unutmayın; Karadeniz'de doğal gaz bulmak, İpek Yolu'nu tekrar açmak, Güneydoğu sınırlarımızın ötesinde güvenlik koridoru oluşturmak, Akdeniz'in tamamında bayrak göstermek, savaş sanayimizle dünyaya parmak ısırtmak, her iki Boğaz'ı köprülerle, tüp geçitlerle donatmak, Karadeniz'den Marmara'ya kanal açmak da bir zamanlar hayaldi...
Bu da yalan haber çetesi
Memleketin çete kreasyonuna her gün yenileri ekleniyor. Bu seferki ise 'yalan haber çetesi' oldu. Kendilerini internet sitesi sahibi ve sarı basın kartlı gazeteciler olarak tanıtan kişiler, İzmirli işadamı Erol Demirbaş'a "Bize 500 bin lira vermezsen, senin ve şirketinin itibarını yerle bir edecek haberler yayınlarız" diye şantaj yaptılar. Emniyet ile iş birliği yapan Demirbaş, şüphelilerden Halit Aydıngöz'ü 500 bin lirayı alırken suç üstü yakalattı.
Görünen o ki, bu daha buzdağının su üstünde kalan kısmı. Zira çetenin yıllardır bu yöntemle iş adamlarından milyonlarca lira sızdırdıkları belirlendi. Şimdi aralarında bazı İstanbullu iş adamlarının da bulunduğu çetenin tam anlamıyla çökertilmesi için düğmeye basıldı.
Hani hep diyorum ya, "İnternet haberciliği ve sosyal medyada özgürlük ile hak gaspı asla karıştırılmamalı. Bu mecra mutlaka denetim altına alınmalı" diye... Gidişatın nereye olduğunu görün işte...
Gaf kürsüsü
ATV muhabiri, Ocak ayında beyaz pantolon giyen kadına sebebini sorunca ilginç bir yanıt aldı: "Zürafanın düşkünü beyaz giyer kış günü." (O dediğiniz, 'zürefa' (kibarlar, nazikler) olmasın sakın?)
Zap'tiye
Ne oldum değil, ne olacağım demeli. Çin mallarına dudak büküp, evlerine, dükkanlarına sokmayanlar, şimdi Çin aşısı için kuyruğa giriyorlar.
Ne demiş?
"Bir televizyon kanalından aradılar. Bana ödül vermek istiyorlarmış. Ama ödülü almak için 6 bin 500 lira vermem gerekiyormuş." (Prof. Dr. Müge Özcan'ın sözleri)