5 günde sahte içkiden hayatını kaybedenlerin sayısı 45'i buldu. 5 günde 45 ölüm... Savaş gibi... Sanırsınız birileri şehirlerin göbeğinde kimyasal silah kullanıyor.
Aslında bu sahte içkiler sadece büfelerde tek tek vatandaşa satılmak için imal edilmiyor. Asıl ticaret, bunların bar, pavyon gibi eğlence mekanlarına toptan satılması. İşini ahlaklı yapan işletmeleri tenzih ediyorum tabii ki. Ama bu sektörün içinde bulunanlar, yıllardan beri en büyük kârın bu şekilde elde edildiğini bilirler. Bandrolsüz içki, bu sektörde peynir ekmek gibi el değiştirir.
Konu bu haftaki Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisine de konu oldu. Silah ticareti yapılan konsey masasındaki herkese işten el çektirip, oraya tek başına hakim olarak, diğerlerini emekliye ayırmayı planlayan Yaman, teklifte bulundu: "Ona buna tabanca, tüfek satarak para kazanamazsınız. İstanbul'daki neredeyse bütün barlar, pavyonlar benim kontrolümde. Siz bu alemi bilmezsiniz. Bar, pavyon deyip geçmeyin. Bunun koruması var, otoparkı var, sahte içkisi var..."
Diyeceğim o ki, merdiven altı imalathaneleri basmakla bu iş bitmez. Öncelikle sahte içkiye gösterilen bu 'yoğun talebi' ortadan kaldırmak gerekiyor.
Şeker de yiyemeyecekler
Dün bu sütunlarda örnekleriyle yazmıştım, "Bu ülkede çocuk olmak zor" diye... Ama bizden beteri de varmış. Kim mi? Hollanda...
İnanmadınız değil mi? Sosyal devletin kalesi, refahın ve özgürlüklerin ülkesi Hollanda'da çocuk olmak bizdekinden daha zor. Neden mi? Çünkü onlar hasta çocuklarını umutsuzluğa ve ölüme terk ediyorlar. Haberi BBC geçti. Hollanda hükümeti, ölümcül hastalığa sahip, 1-12 yaş arası çocuklara 'hayatlarına son verme hakkı' tanımak için kanun hazırlıyormuş. O yaştaki çocuk hayatın ne kadarını tanır, bu kadar hayati bir kararı vermek için akli melekeleri yeterli midir diye sormadan hem de... Gelecek adına feda edilemeyecek tek şey çocuktur. Unuttuk mu yoksa?
Biz 'korkak' babalar
Artık trafikte kimseyle zıtlaşmıyorum. Tam tersi, hata yapanlara sadece gülümsüyorum. Nedeni, haber bültenleri. Gün geçmiyor ki bir yol verme kavgasında kan dökülmesin.
Meslektaşım Kerimcan Kamal ise sosyal medya paylaşımında sözü adeta ağzımdan almış: "İstanbul'da araç kullanmak ölüm riski içeriyor. Göktürk- Mecidiyeköy arası bir kamyon, bir otobüs üstüme çıktı. Bakmadılar bile. Ayriyeten iki kez araçtan dışarı davet edildim. İcabet etmedim. Doğa'yı (Rutkay) şaşırtacak kadar sakindim. Çünkü 3 çocuk babası olmak, korkak olmayı gerektiriyor. "
Samatya mucizesi
Samatya açıklarında bir mucize yaşandı. Fazla yükten alabora olan teknenin içindeki hava boşluğunda mahsur kalan bir balıkçı, saatler sonra sesini duyurmayı başardı. Sahil Güvenlik ve Deniz Polisi dalgıçları, adamı sığındığı o küçücük hava boşluğunda bulup kurtardılar.
Atv'nin hafta sonu kahvaltı haberlerini sunan İbrahim Sadri, görüntülerin ardından "Filmi bile çekilebilir" dedi. Oysa yıllar önce çekilmişti zaten. Gençliğimin en heyecanlı felaket filmlerinden biriydi Poseidon Macerası... Lüks bir yolcu gemisi okyanusta alabora oluyor. Geminin büyük bölümü batıyor ama içinde hava sıkışan pupa kısmı su üstünde kalıyor. Birkaç kazazede de geminin içindeki nefes kesen bir maceranın ardından o bölüme ulaşıp kurtuluyor.
Bir acayip devran... Kimi zaman hayat senaryoları, kimi zaman da senaryolar hayatı taklit ediyor...
Gaf kürsüsü
Anayasa Mahkemesi üyesi Engin Yıldırım'ın AYM binasının fotoğrafının altına "Işıklar yanıyor" yazarak yaptığı paylaşım, 'darbe iması' olarak nitelendirilip büyük tepki topladı.
Zap'tiye
Şevval (Şahin) kızımız ya da doğru yazılışıyla (!) Chewal, 'Türk halkını İngilizceden soğutmak' suçlamasıyla tutuklanır mı acaba?
Ne demiş?
Yağıştan sonra dükkanına dolan suyu boşaltmaya çalışan Edremitli esnaf garip bir şekilde isyan etti: "Belediye başkanında suç yok kardeşim, belediyede suç var."