Türkiye'nin en iyi haber sitesi
YÜKSEL AYTUĞ

Peki ya bu virüslere ne yapacağız?

Markette eldivenle sebze-meyve alırken herkes bana uzaylı gibi bakıyordu. Anladım ki kimse tehlikenin farkında değil.
Buradan haykırıyorum: Market raflarında ve pazar tezgahlarında vatandaşın kullanacağı sıhhi eldiven bulundurmak zorunlu hale getirilsin. Sadece satıcıların eldiven-maske takması yetmez. Müşteriler sebzelere, meyvelere, kutulara, şişelere, ekmeklere muhtemelen virüs barındıran çıplak elleriyle dokunmasın.
Yalnız burada kritik bir nokta var. Eldiven takmanın getireceği 'aldatıcı özgüven' de en az virüs kadar tehlikeli. Aynı eldiveni saatler boyunca elinizde tutar, zamanında değiştirmezseniz, hiçbir faydası olmaz. Örneğin, marketteki alışverişinizi bitirir bitirmez, eldiveninizi çıkartıp, çöp tenekesine atmalı, gerekiyorsa yenisini takmalısınız. (Eldiven çıkartmanın da bir kuralı vardır. Üst yüzeyine dokunmadan, ters yüz ederek çıkartacaksınız.)

VURGUNCULUK ÖNLENMELİ
Bu arada eldiven, maske ve dezenfektan vurgunculuğunun bir an önce önlenmesi gerekiyor. Benim alışveriş yaptığım eczanede bir paket eldiven 50 lira, markette bir litrelik dezenfektan 60 lira. Eczanelerde iyi kalite bir maskenin tanesine 30 lira ödeyenler olduğunu duyuyorum. Bu durumda gariban kendini nasıl koruyup, kollayacak, işte orası meçhul... (Bu arada maskenin sadece hastalar ve hastalık şüphelileri tarafından kullanılması gerektiğini bir kez daha tekrarlıyorum.)
Diğer yandan 'cehaletin' en öldürücü virüs olduğu da bu krizle ortaya çıktı. Her gün inanmakta güçlük çektiğim, "Bu kadar da olmaz" dediğim haberler duyuyorum. Hafta sonu piknik yapılan Belgrad Ormanları yolunda millet tampon tamponaydı, mesire yerlerinin otoparklarında yer yoktu. Herkes kendini evinden dışarı atmış, tehlikeye aldırmadan, parklarda, bahçelerde, sahillerde dolaşıyordu. Ülkemizde yaşayan 30 Türkmen, vücutlarına saf alkol sürüp, içtikleri için hayatlarını kaybetmiş. 34'ü komada... Asker uğurlamasında otogarlar ana baba günü... Millet üst üste... Karantina uygulanan yurtların önüne gelip, 'içeridekileri ziyaret etmek için' polis barikatlarını zorlayan, polisle çatışanları hayretle izliyorum. Karantinadan kaçmaya çalışanlara ise hiç aklım ermiyor. En çok inanamadığım ve anlamakta güçlük çektiğim hadise ise belediyelerin otobüs ve metrobüs duraklarına taktığı dezenfektan aletlerinin birileri tarafından kırılıp, tahrip edilmesi...
Belli ki mücadele etmemiz gereken sadece koronavirüs değil!..

Ben de ekran başında ders görüyorum
Çocuğum olunca yaşadığım büyük sevincin yanında içten içe bir kaygıya da kapılmıştım. İleride onun derslerine nasıl yardımcı olacaktım. Malum, okulda öğrendiklerimi unutalı uzun yıllar olmuştu. Üstelik eğitim sistemi de, tedrisat da defalarca değişmişti. Peki ben çocuğumun ev ödevlerine nasıl yardımcı olacaktım?
Sağ olsunlar, Milli Eğitim Bakanlığı'nın Yakından Kumanda Uzaktan Eğitim uygulaması Hızır gibi yetişti. Şimdi ilkokul, ortaokul ve lise derslerini pür dikkat izleyip, not alıyor, bilgilerimi tazeliyorum. Biliyorum ki, Allah ömür verirse, bir kaç yıl sonra bunlar kızımla birlikte ev ödevlerini yaparken çok işime yarayacak. Bu nedenle sadece öğrencileri değil, ebeveynleri de EBA TV izlemeye davet ediyorum.
Allah, düşünenden de uygulayandan da razı olsun.
NOT: Uygulamada gözüme çarpan bir eksikliği daha dile getireyim: Derslerin arasına konulan videolarda ses aniden yükseliyor. Bu nedenle çocuk not mu alsın, kumandadan ses ayarı mı yapsın, bilemiyor. Bu önemli teknik aksaklığın bir an önce giderilmesi gerekiyor.

Salgın yaşlılara saygımızı tüketmesin
Haber bültenlerindeki görüntüyü içim sızlayarak izledim. İki yaşlı vatandaşımız bankta oturup sohbet ediyorlardı. Onların kalkıp evine gitmeleri için bir apartmanın balkonundan üzerlerine su doldurulmuş balonlar attılar, küfürlerle kovdular. Zavallı ihtiyar amcalar ne yapacaklarını bilemediler. Boyunlarını büküp, sırılsıklam evlerine gittiler.
Tamam, yaşlılarımız genellikle sorumluluklarını yerine getirmekten kaçınıyorlar. Pek çoğu durumun ciddiyetinin henüz farkında değil. Biraz da yaşlarının verdiği 'inatçılık' var. Evinde yaşlı büyüklerine bakanlar iyi bilirler. Çocuktan beter bir inatları vardır. Ama onları ikna etmenin binbir medeni yolu varken, üzerlerine su atmak da nedir yahu?
Bütün yaşlılara 'vebalı' muamelesi yaparak bu virüsten kurtulamayız. Sadece 'hürmeti' öldürebiliriz!

Gerçek doktorlara biraz ayıp olmadı mı?
Koronavirüs tedbirlerine dikkat çekmek için hazırlanan iki kamu spotu ekranlarda dönüp duruyor. Birinde Hekimoğlu (Timuçin Esen), diğerinde Mucize Doktor (Taner Ölmez) izleyenlere hitap ediyor.
Evet, bizim insanlarımıza bir şeyleri anlatmanın en kestirme ve etkileyici yolu dizilerden ve dizi karakterlerinden geçiyor, bunu artık bilmeyenimiz yok. Ama bu kadar kritik bir dönemeçte, her gün hayatları uğruna bizim için hizmet veren 'gerçek' doktorlarımız dururken, 'hayali' karakterlere 'rol' yaptırıp, mesaj okutmak bana göre cefakar sağlık emekçilerine iyi gelmemiştir. Bizim 'rol' modellerimiz ne Hekimoğlu, ne de Ali Vefa olmalı...

Reklamın gözünü çıkartmak
Bir market zinciri, taze sebze meyve satışına başlaması nedeniyle yoğun reklam kampanyasına başladı. Mutlaka izlemişsinizdir. O reklamda bir kadıncağız var, raftaki elmayı çıplak elle tutuyor. O da yetmezmiş gibi kokusunu almak için direkt burnuna yaslıyor. Hem de dört yanımızı virüsün sardığı şu kritik günlerde... Reklam değil, sanki anti-kamu spotu!

Dizilere hiç virüs bulaşmadı (!)
Koronavirüs'ün hiç bulaşmadığı bir yer biliyorum: Diziler... Bakıyorum da salgın o hikayelere hiç uğramamış. Herkes normal hayatını sürdürmekte. Ne evinde oturan var, ne maske, ne eldiven takan... Onca kurşunun değmediği, her hafta nereden baksanız üç entrika, bir hastalık, iki kaza atlatan bizim kahraman dizi karakterleri belli ki her şeye karşı bağışıklık kazanmış!.

Zap'tiye
Askere uğurladığı evlatlarıyla birlikte otogarda 30 kişi el ele halay çekenler, sizin bu yaptığınız PKK'nın bile aklına gelmezdi!

Şeref kürsüsü
Doktorlar, hemşireler, hastabakıcılar, eczacılar, laborantlar, temizlik işçileri, postacılar, kargocular, şoförler, market çalışanları, askerler, polisler, bekçiler, zabıtalar, medya çalışanları... Bugün bu kürsü size dar gelir. Helal olsun hepinize...

Ne demiş?
"Ne mutlu size ki henüz sıkılacak bir canınız var." (Prof. Ateş Kara'nın can sıkıntısı nedeniyle kendini sokağa atanlara anlamlı mesajı...)

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA