"O sabahı gel bana sor" diye devam eder Yusuf Nalkesen'in Hicaz şarkısı... Bu fotoğraf "Bir çocuk ürkmüşse, tüm denizler mavi olsa ne fayda!" diye paylaşıldı sosyal medyada... Göçmen ailesinin 3 yaşındaki çocuğu, Midilli kıyılarına varmak üzereyken alabora olan tekneden güç bela kurtarılmış. Yüzündeki ve kalbindeki dehşet belli ki uzun yıllar silinmeyecek. Yine de ölü bedeni bir deniz yıldızı gibi sahile vuran Aylan bebekten daha şanslı olduğu kesin. Şimdilik...
Salı günü bu sütunlarda Türk sahil güvenlik ekiplerinin deniz ortasındaki Suriyeli bebekleri kurtarmalarını anlatırken, "Havası inmiş botlarını muhtemelen Yunan hücumbotlarındaki personel zıpkınlamıştır. Çünkü daha önce örneklerini görmüştük" diye yazmıştım.
Ben yazıyı baskıya gönderdikten 3 saat sonra tahminimi doğrulayan görüntüler aktı ekranlara.
Yunan sahil güvenlik timleri, karasularına yaklaşan göçmen botunu zıpkınla batırmaya çalışıyordu. Üstelik içindeki minicik bebelerin çığlıklarına aldırmadan... Düşündüm de; bu zulmün, bu vahşetin onda birini biz sınır kapılarımızda bir Danimarkalıya, Belçikalıya, Hollandalıya yapsaydık ne barbarlığımız kalırdı, ne vicdansızlığımız... Avrupa Birliği toplantı üzerine toplantı yapar, Avrupa Parlamentosu kınama bildirileri yayınlayıp tüm dünya ezici yaptırımlarla karşımıza dikilirdi. Oysa Avrupalının 'medeniyetin beşiği' diyerek şımarttığı Yunan'ın, sınırda iki mülteciyi sırtından kurşunlayıp öldürmesine sırtlarını döndüler...
Şu fotoğraftaki çocuğun yüzüne bakıp da üzülmeyenin vicdanı kurumuş demektir. Sıcacık odalarda televizyon karşısında çekirdek çitlerken "Niye geldiler? Niye ülkelerinde savaşmadılar? Defolup gitsinler" demek kolay. Siz onu gidin de İdlib'de bombalar tepelerinde patlarken, ağlayan 2 yaşındaki kızına "Bak uçaklar geldi, bize hediyeler getirecekler güzel kızım" diye masallar anlatan babaya anlatın bakalım... Allah kimseyi o babanın çaresizliği ile sınamasın. Bugün komşunun başına gelenin, yarın sizin başınıza gelmeyeceğinin hiçbir garantisi yok. Allah kimseyi evladının canını kurtarmak için başkasının toprağına, aşına, vicdanına muhtaç etmesin.
Bir de vicdanları, borsa gibi günübirlik gelişmelere endeksliler var. Suriyeliler geldiğinde "Niye geldiniz, defolun gidin" diyorlardı.
Şimdi onlar giderken "Niye gidiyorsunuz?" diye hesap sormaya kalkıyorlar.
Suriyeliler kendilerini can havliyle bu topraklara attılar. Şimdi gitmek istiyorlar ama gidemiyorlar. Çünkü Yunan'ın zulmü, Esad'ın zulmünü aratmıyor. Sınırda değil de Araf'ta kalmışlar sanki...
Ya varil bombası, ya Yunan mızrağı... Ölümlerden ölüm beğeniyorlar.
Gitmek mi zor, kalmak mı zor. O sabahı gel bana sor...
Kaderin oyununa bak!
Kara Murat çizgi dizisinin yaratıcısı Abdullah Turhan ile Karaoğlan'ın çizeri Suat Yalaz pazartesi günü birkaç saat ara ile vefat ettiler. İki karakter de çocukluğumun kahramanlarıydı. Ne çizgi kitaplarını, ne gazetelerde yayınlanan serüvenlerini, ne de filmlerini kaçırırdım. 70'li yılların ortalarında Bakırköy'deki Tınaztepe Sineması'ndan pazar günleri her 11.00 matinesinden dönüşte apartmanın bahçesinde arkadaşlar arasında büyük kavga çıkardı, "Sen Kara Murat olacaksın, ben Karaoğlan" diye...
Abdullah Turhan ile Suat Yalaz sanki sözleşmişler gibi aynı gün el ele yürüdüler sonsuzluğa.
Etraflarında olup bitenlere bakıp da, Türk'ün ne kahramanlar yetiştirdiğini hatırlatmak ister gibi...
Gaf'let kürsüsü
Şehit cenazesinde beyaz kürk mantosuyla cemaatin önüne geçip özel fotoğrafçısına pozlar verince sosyal medyanın diline düşen İyi Parti Milletvekili Aylin Cesur, adeta yeni bir kitap yazdı: Kürk Mantolu Madara!
Zap'tiye
'Sınır harbinden', 'sinir harbine' geçildiğinden beri dünya kocaman bir akıl hastanesine döndü. Çocukların ölmediği, çala kılıç yapılan meydan muharebelerini özleyeceğimiz kimin aklına gelirdi?
Ne demiş?
"Bu kez ateş düştüğü yeri değil, hepimizi yaktı." (Çukur dizisindeki duvar yazısı)