Geçen hafta atv'deki Esra Erol'da programında akıllara zarar bir olay yaşandı. Saadet adlı evli kadın, kocasını aldatıp bir başka adamdan ikiz bebek sahibi olmuştu.
Doğum yaptığı hastanedeki bir hastabakıcı aracılığıyla çocuklarını para karşılığı bir aileye sattığı iddia edildi. Saadet akıl uçuran bu entrikaların sahibi kendisi değilmiş gibi, kocasına geri döndü. Esra Erol ve ekibi müthiş bir çalışmayla o aileye ve ikiz bebeklere 6 ay sonra ulaştı.
Canlı yayında polis ekipleri gidip ikiz bebekleri aileden alarak devletin şefkatli kollarına teslim ettiler.
Bu program bizlere bir kez daha gösterdi ki, her doğum yapana 'anne' demek kelime ziyanlığından başka bir şey değil.
Sevgili Esra Erol'un program sonunda yaptığı konuşmada çok güzel özetlediği gibi; nefsine yenik düşüp, hazlarının peşinde koşan, daha sonra bu yasak aşktan olan canları bir kalemde silip atan, bununla yetinmeyip para karşılığında satanlara da ne yazık ki 'anne' demek zorunda kalıyoruz.
Geç kaldık, hem de çok geç...
Ta bir hafta önce yazmıştım, "İntiharları süslemekten vazgeçelim" diye... Medyanın intihar haberleri konusundaki duyarsızlığını dile getirmiştim.
Bir kaygımı da seslendirmiştim o yazıda: "Şimdi Antalya'daki işsiz babanın, dört gün önce İstanbul'da yaşanan olaydan ilham (!) alıp kendi felaketini hazırlamadığını hangimiz iddia edebiliriz ki?" diye sormuştum.
Ne yazık ki yanılmadım. O yazıdan dört gün sonra bir baba daha aynı yöntemle ailesini yok etti. Oysa "Gazete haberlerinde, haber bültenlerinde ayrıntılara girmeyelim" diye adeta yalvarmıştım.
Elin Amerikalısı, Avrupalısı intihar haberlerinde ölümlerin nasıl oluştuğunu söylemez, ölenlerin fotoğraflarını yayınlamaz. Niye peki? Onlarda reyting, tiraj rekabeti yok mu? Fazlası var ama 'sosyal sorumluluk duyguları' da var.
Peki intihar olaylarını 'sansürlemek' çözüm mü?
Değil tabii... Önerilerimi de sıralamıştım: "1- Ekonomik darboğaza giren insanların kendilerini yalnız ve çaresiz hissetmelerini önleyecek sosyal düzenlemelere gidilmeli.
2- Mahallelerdeki Aile Hekimliği birimleri gibi Aile Ruh Sağlığı Merkezleri de kurulmalı. Kafası karışan, psikolojisi bozulan insanlara ücretsiz profesyonel rehberlik hizmeti verilmeli. 3- Siyanürün internet üzerinden kolaylıkla temin edilmesinin mutlaka önüne geçilmeli." Ama geç kaldık, hem de çok geç... En azından şu internetten satış işi 'acil' olarak önlenebilirdi, yapamadık.
Yazı hayatımda beni en çok üzen "Ben demiştim" çaresizliği...
Onları da kutuya koymalı
Halit Ergenç ve eşi Bergüzar Korel'i şu aralar bir mücevher firmasının reklamlarında izliyoruz. Hikayesi çok güzel, çok anlamlı. Halit, eşine bir yüzük almış. Tam onu bir pastanın içine koyup sürpriz yapmaya hazırlanırken, o sırada sosyal medyada gezinen eşinin sözlerini duyuyor:
"Şuna bak, yüzüğü pastanın içine koymuş, sevgilisinin dişini kırmış...." Bunu duyan Halit hemen karar değiştirip bu kez yüzüğü bardağın içine atmaya hazırlanıyor. Ama Bergüzar devam ediyor. "Oldu olacak içeceğinin içine koysaydın da yutup, boğulsaydı..." Bunun üzerine Halit, yeniden karar değiştirip bu kez arkadan karısının gözlerini kapatarak, ona sürpriz yapmaya niyetleniyor.
Ama her şeyden habersiz Bergüzar, "Bir de şöyle arkadan gelip, gözlerini kapatma klişesi var" deyince bizimki pes ediyor.
Karısının karşısına geçiyor, yüzük kutusunun kapağını açıyor ve doğrudan "Sana yüzük aldım. İçimden geldi" deyiveriyor.
O anda anlıyoruz ki, sevgiyi süslemenin pek yararı yok. En değerli, en etkileyici olanı; saflık, sadelik ve masumiyet...
Bu arada ünlüler dünyasında herkesin ayrılmak, boşanmak için kuyruk olduğu bir dönemde ilişkilerini örnek bir şekilde sürdüren Halit ile Bergüzar'a da koca bir maşallah!
Asıl bu ikisini mücevher kutusunda saklamalı...
Gaf kürsüsü
Kim Milyoner Olmak İster'de "Genellikle çocukların giydiği bağcığı olmayan ayakkabılara ne ad verilir?" sorusuna 'Cır cırtlı' yerine 'Zırt zırtlı' yanıtını veren yarışmacı ilk soruda elendi.
Zap'tiye
Tiyatromuzdan gerçek bir 'Yıldız' kaydı... Bir dilek tut Türkiye...
Ne demiş?
Tasarım Yarışması'nın finalinde sunucu Burcu Esmersoy tarafından sahneye davet edilen Mustafa Sandal'ın iltifatı çok konuşulur:
"Spor salonunda sana bakarak mekik çekiyorum..."