45'lik adlı dergiye ikinci sayısında yetişebildim. Aldım ve saatlerce elimden düşüremedim.
Dergiciliğe ömür verenlerdenim.
Türkiye'nin ilk televizyon ekini hazırlayan ekibin içindeydim. Türkiye'nin ilk radyo dergisini yaptım. Aylık bir kadın dergisinin ilk ve tek erkek yazı işleri müdürü olarak görev aldım. Aylık spor dergisi çıkarttım. Para ve borsa dergilerinde yazı işleri müdürlüğü yaptım. Tarih/kültür/coğrafya dergisi çıkarttım. Gençlik dergisi hazırladım. Endüstriyel mutfak dergisinde çalışmışlığım bile var. Yani, içinden geldiğim için dergiciliğin nasıl zor ve zahmetli bir iş olduğunu iyi bilenlerdenim. Bu nedenledir ki, bu yeni dergide beni yakalayan ilk satır, ekiptekilerden Güven Erkin Erkal'ın sunuş yazısında yer alan 'Bu dergi Bab-ı Ali terbiyesiyle hazırlanmıştır' başlığı oldu.
'Bab-ı Ali terbiyesi...' Şimdi esamesi okunmayan... O yokuştan ben de yürümüştüm. Her gazetecinin rakip gazetedeki meslektaşını selamladığı, öğle yemeklerinde aynı fasulyecide toplanıp 'Seni dün nasıl atlattım ama...' muhabbetlerinin yapıldığı o unutulmaz günlere ne mutlu ki ben de yetiştim.
YÜRÜME DERSİ
45'lik, bir nostalji dergisi...
Benim gibi, yaşadığı günlerden memnun olmayıp eskiyi özleyenleri tam da kalbinden yakalayan bir hali var. Yaprakları özellikle sarartılmış. Kapağında Zeki Müren'in eski tarz bir illüstrasyonu...
Derginin yazı işleri müdürü Fuat Akyol, 'Bahar' adlı editöryal yazısında dergi çıkartmayı baharda tomurcuklanan dallarla özdeşleştirmiş.
Ne iyimser bir benzetme... Bana ise ilk sayılar hep 'doğum sancısı' kadar zorlu gelirdi.
Ünlü oyuncu Dost Elver bir İstiklal Caddesi yazısı yazmış ki, enfes. 'Bence ilkokulda yürüme dersi verilmeli çocuklara. Büyüdüklerinde rahat ederler. İnsanlar kendilerini hayalet sanıyorlar herhalde.
Yani birbirlerinin içinden geçebileceklerini düşünüyorlar; kimsenin kimseye yol verdiği yok. Tıpkı araba kullanır gibi.
Bari biraz omzunun yönünü değiştir de çarpmayalım birbirimize kardeşim' diyor. Dost gerçekten de acı söylermiş...
Tuna Kiremitçi 'Yazmıyorum Arkadaş' diye başlamış yazısına ama öyle bir yazmış ki Kadıköy'ü, anlatılmaz...
Bana göre ülkenin yaşayan en önemli müzik yazarı ve yorumcularından biri olan Michael Kuyucu, Ajda Pekkan'ın eski albümlerini tek tek öyle bir analiz etmiş ki, konservatuvarlarda tez konusu olur. Hikmet Temel Akarsu, 'Köhne Yılları' başlığıyla, Kadıköy'de bir zamanlar entel gençlerin müdavimi olduğu Köhne adlı mekanı eksen alarak, Türkiye'nin nasıl evrildiğine hâlâ inanamadığımız düşünce tarihini bir akademisyen titizliğinde satırlara dökmüş.
Ege Görgün, Türkan Şoray'ı bu kez onun hayatına giren erkeklerin gözünden anlatmış: 'Bir ikona aşık olmak...' İnsan okuyunca, 'Şu Sultan'ın hayatı hâlâ nasıl film olmadı ki?' diye sormadan edemiyor.
QUINN EFSANESİ
Dergide beni en çok etkileyen yazılardan birinin altında ise Pelin Batu'nun imzası var.
Ekranda göründüğü günlerde hak etmediği kadar çok hırpalanan ama aynı ekranlarda yorum yapıp kendini bir şey sananların tümünden çok daha büyük bir kültürel altyapıya ve birikime sahip olan Batu, bir Freddie Mercury yazısı döktürmüş ki; çerçevelet, duvarına as...
Burcu Kapu; Zeki Müren'in sahnelerdeki kıyafet devrimini analiz ederken "İyi müzik ve iyi futbolun çözemeyeceği dert sayısı en fazla iki, bilemedin üç. Öyle her şeye çok üzülmeyin yani" diyor. Haksız mı?
Peki, hepsi o kadar mı? O kadar olsa, koca gün boyunca elimden düşerdi o dergi.
İçindeki sürprizler bir türlü bitmiyor:
Turgut Özalp'in kaleminden 'Dünyayı Kurtaran Adam'ın çizgi romanı. Ve... Bembeyaz kuşe kağıda basılı, ön yüzünde Türkan Şoray-Sadri Alışık'tan 'Sana Layık Değilim', arka tarafında Zeki Müren'in unutulmaz 'Katibim' filminin afişleri. Ya Ömer Durmaz'ın yazdığı 'Teksas-Tommiks ressamı Samim Abi' yazısı?
Bu köşenin emanetçisi garip kulunuz, daha ilkokuldayken eski 'Tommiks-Teksas' çizgi romanlarını Bakırköy İncirli Caddesi'ndeki Rüya Apartmanı'nın duvarına dizer, gelip geçene satardı. Kazandığı parayla da yan komşu Kırtasiyeci Mahir'den koleksiyonu için pul alırdı. (O pullar daha sonra tek başına çıktığım ilk tatilin sponsoru olmuştu)
KOVBOY CEM KARACA
Tam sayfayı çevirdim ki, karşıma bu kez bir başka çocukluk efsanem çıktı: 'Killing'...
Onu Marmara Adası'ndaki bahçe sinemasında ilk gördüğümde film boyunca korkudan gözlerimi açamamıştım.
Çünkü onu iskelet gibi gösteren bir kıyafet giyiyordu.
Büyüdükçe, bunun kahramanımızı gizlemeye yarayan bir kostüm olduğunu anlamıştım.
Utku Uluer, 'Killing'i öyle edebi bir üslupla betimlemiş ki, o yıllarda çocuk olduğum için bir kez daha sevinç duydum.
Bitmedi...
Derginin her sayfası ayrı bir zaman tüneline açılıyor. Barış Efendioğlu'nun kaleminden Cem Karaca plaklarını okurken, ünlü sanatçının bir dönem Murat Soydan ile film çevirdiğini öğreniyorum. Hem de kovboy filmi... Adı 'Kralların Öfkesi'... Vay ki ne vay!
Bütün bunları tüketip de nasıl hazmetmişiz? Bakmayın siz derginin isminin 45'lik olduğuna... O zamanlar dünya 33'lük hızında dönermiş.
(Bu son cümleyi anlamayan pikap görmemiş nesli, arama motorlarında küçük bir araştırmaya davet ediyorum)