İngiltere'nin, yani Birleşik Krallık'ın savaştırmak için sömürgeleri Avustralya, Yeni Zelanda ve Hindistan'dan toplayıp binlerce kilometre ötede ateşin içine attığı gencecik askerler, 1915'te Çanakkale'ye de geldiler. Büyük zayiat verip geri çekilmek zorunda kaldılar. Her yıl, Çanakkale Kara Savaşları'nın yaşandığı 24 Nisan'da ta Yeni Zelanda'dan, Avustralya'dan kalkıp savaşta yitirdikleri dedelerinin mezarlarını ziyaret ederek, 25 Nisan sabahı Şafak Ayini ile onları anıyorlar.
Peki biz ne yapıyoruz?
Neredeyse hiç!
Bizde Çanakkale destanı denilince akla 18 Mart'taki deniz savaşı gelir. Düşman donanmasının Çanakkale Boğazı'na gömüldüğü, başta İngiltere olmak üzere işgal devletlerinin büyük hüsran yaşadığı o gün...
Karadan açılan topçu ateşi ve Nusret gemisinin döşediği mayınlar, koca zırhlıların kabusu olmuştu. Gerçekten de büyük bir zafer elde edilmişti.
Ama asıl ve çok daha zahmetli, dramatik olanı ise; kendinden çok daha güçlü silah ve gereçlerle donatılmış halde karaya çıkan düşmanı 24 Nisan'dan itibaren insanüstü bir gayret ve inançla durduran kara birlikleri sayesinde kazanılmıştı.
Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları, tüm dünyanın hayret ve hayranlığını kazanan muazzam bir direnişin altına imza atmışlardı.
Gelin görün ki, her nedense bizde 24 Nisan, 18 Mart'ın gölgesinde kalır. Bu yıl da öyle oldu. 18 Mart'ta haber bültenlerini Çanakkale limanından canlı sunan haberciler, 24 Nisan günü İstanbul'daki sıcak stüdyolarındaydılar.
Çanakkale kara savaşları için düzenlenen ve ne yazık ki 'dostlar alışverişte görsün' havasında geçen klişe törenler, ana haber bültenleri içinde bir dakikalığına bile kendilerine yer bulamadılar.
Oysa 24 Nisan çok önemli bir tarihtir.
Bu tarih aynı zamanda Ermeniler'in sözde soykırım iddialarını dillendirdikleri sahte bir yıl dönümüne de rast gelir. Keşke biz kendi 24 Nisan'ımızı çok daha büyük bir coşku ile kutlayabilseydik.
Keşke onu global anlamda emperyalizme başkaldırının kutsal günü ilan etseydik.
O savaş ki, dünya üzerinde 'savaşın mağlup olduğu' ilk ve tek muharebedir. Zira bir cepheden diğerine su, yiyecek, sigara atılmış, düşmanlar, ateşkes ilan edilen günlerde birbirlerinin cesetlerini, yaralılarını toplayıp iade etmişlerdir.
Savaşın 'asili' olur mu?
Olurmuş meğer. Keşke oradaki 'insanlığı' çok daha yüksek bir sesle dünyaya haykırabilseydik.
O zaman Ermeniler, yalanlarına Batı'yı ortak edebilirler miydi? Cephede yaralı düşmanını sırtlayıp kurtaran Türk'ün, soykırım yapacağına kim inanırdı ki?