Bu yazı cuma sabahı yazılıyor. Ekranda izlediklerim; kalbimde umut, yüzümde tebessüm oluşturdu.
Bu yazının size ulaştığı pazar günü; Gezi Parkı'nda her şeyin güllük gülistanlık olduğunu, eylemin onurlu bir şekilde sona erdiğini, dostluk ve barışın kazandığını, sağduyunun üstün geldiğini, kazanan ya da kaybeden muhasebesinin yapılmadığını, yeşilin korunduğunu, gençlerin sesine kulak verildiğini, olayları fırsata çevirmek isteyen provokatörlerin hayal kırıklığına uğradığını umut ediyorum.
Eğer böyle güzel bir güne uyandıysak, bunun en önemli mimarı İstanbul Valisi Hüseyin Mutlu'dur. Her ne kadar gecikmiş bir girişim gibi görünse de; Gezi Parkı eylemcileriyle yüz yüze konuşmak, eylemcileri dinlemek cesaretini gösterdi.
Ceketini de çıkarıp sandalyenin arkasına astı; bürokrat kimliğini de...
Bugün Babalar Günü... Gezi Parkı'ndaki gençlerin çoğu, iki haftayı aşkın bir süredir babalarını görmüyorlardı.
En fazla ihtiyaç duydukları, birilerinin onlara 'baba şefkati' göstermesiydi.
İstanbul Valisi, sorunu çözecek ilk ilmeği keşfetmişti: 'Babacanlık!'
Onlara 'evlat' gibi yaklaşınca, ortam nasıl da yumuşadı.
Olayların en ateşli günlerinde attığı samimi Tweet'lerle diyalog yolunu açtı.
Gezi'cilerin birlikte piknik davetine karşılık 'Kokoreç varsa gelirim' dediğinde; vali değil, baba idi. Eğer günlerdir süren kaos, Vali Mutlu'nun bu tavrıyla çözülürse, en mutlu Vali olacak!
Keşke olayların alevlendiği ilk gün bu tavır tüm siyasiler tarafından benimsenmiş olsaydı. Devlet, "devlet babalığını' gençlerden esirgemeseydi keşke..
Ve... İlk kez bir Babalar Günü'ne babasız giriyorum. Yıllardır "Ya annesini tanımayanlar Anne Günü'nde ne hissediyor? Ya babasını tanımayanların kalbi Babalar Günü'nde nice buruluyor?" diye bu köşede sorup dururdum.
Çok zor...
Babanızın kıymetini yaşarken bilin dostlar.