Ne güzel anlatmış Sezen, o güzelim şarkısında Ege'den ayrılmanın zorluğunu...
Ege gerçekten de güneşin zeytin çekirdeğine hayat verdiği gibi usul usul işliyor insanın içine... Olgunlaştırıyor, demlendiriyor, hırslarından arındırıyor, aşık ediyor. Bronşlara dolan her meltem zerreciğinde insan gerçekten 'insan' olduğunun farkına ve tadına varıyor.
Küçükkuyu Limanı'nda bir yaşlı çift yaklaştı yanıma. "Biz buraları sizin yazılarınız sayesinde tanıdık. Bu yıl evimizi yaptık ve temelli olarak Küçükkuyu'ya taşındık. Size ne kadar teşekkür etsek az" dediler. Meğer kurumak üzere olan iki olgun deniz yıldızı atmışım, denize de haberim olmamış...
Kuzey Ege'den bahsedeyim biraz. Öncelikle Küçükkuyu Limanı'na inşa edilen ve geçen ay resmi açılışı yapılan Mübadil Anıtı'ndan...
İKİ YAKA BİR DRAM
Mübadele yılları, bizim tarihimizin en ağır dramlarından birini oluşturmasına karşın; ne tarih sayfalarında ne de roman, film, oyun ve dizilerde yeterince yer bulabilmiştir kendisine. 'Yer bulamamasının' nedeni, iki yakanın insanlarının mübadeleden sonra bir türlü 'yerlerini bulamamasından' kaynaklanıyordur belki de... Yunanistan'dan gelen Türkler'e buralarda 'Gavur' demişler, buradan oraya sürülen Rumlar'ı da 'Türko' diye aşağılamaya kalkmışlar önceleri.
İşte göç eden bir ailenin dramatik halini betimleyen limandaki o heykel, iki yakası bir araya gelemeyen Ege'nin dramını pek güzel anlatmış.
Ve altındaki yazıtta yer alan cümle ise gecikmiş bir özür gibi vicdanlara asılmış: "Her iki yakanın mübadilleri anısına..."
Girit ve Midilli'den gelenlerin karaya ilk ayak bastıkları yerde yapılan bu anlamlı anıtı kazandırdıkları için Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile Küçükkuyu Belediye Başkanı Cengiz Balkan'ı yürekten kutluyorum.
İŞ BİLMEZLİĞİN BU KADARI
Bozcaada'ya neden 'büyülü ada' denildiğini ise 'yerinde' öğrendim. İnsanı içine alan, ruhunu gönüllüce hapseden bir büyüsü var adanın gerçekten de. Ama her yerini gezip görmeye, tadını çıkarmaya günübirlik tur yetmiyor. Ana karaya yani Geyikli'ye son feribotun 19.00'da olduğunu öğrenince, beynimden vurulmuşa döndüm. Çünkü adanın Batı Burnu'nda rüzgar güllerinin eşlik ettiği o eşsiz gün batımını izleyemeyecektim. Yani iş bilmezliğin, adam sendeceliğin bu kadarı olur.
Yazın tam ortasında, adaya günübirlik turistlerin akın ettiği günlerde, 19.00'da son feribot olur mu? Koy geceyarısına bir sefer; millet gelsin, gönlünce adayı dolaşsın, günbatımının keyfini çıkarsın, restoranlarda, kafelerde keyifle vakit geçirip esnafa para kazandırsın, sonra da yaşadığı bu eşsiz güzellikleri konu komşuya anlatmak için evine dönsün. Yok, olmaz... Çünkü bizde 'rasyonel turistik organizasyon mantığı' kuantum fiziğinden daha zor öğrenilir!
Mantık dedim de... Bozcaada iskelesinde elimize bir broşür tutuşturdular. Adanın koylarını dolaştıran bir tekne turu... Peki şirketin ismi ne dersiniz? Titanik...
ALTINOLUK'TAN ÇÖP AKMASIN
Bir de Assos yolu var ki, off road tutkunları için birebir. Ama normal turistler için cefaların en katmerlisi. 15 yıldır doğru dürüst bakımı yapılmamış daracık yol, krater olmaya özenen çukurlarla, Çin Seddi'ne rakip tümseklerle bezeli... (!) Yeni yol yarım bırakıldığı için Küçükkuyu'dan Assos'a gitmek isteyenler bu eziyeti çekmek zorunda kalıyor. Dünyanın en önemli turistik beldelerinden biri olan Assos'a 10 kilometre yol yapamadığımızı Büyük İskender duysa ne düşünürdü acaba?
Adı gibi altın bir belde olan Altınoluk ise yaz boyunca çöp kokusuyla çeşnilendirilmiş. (!) Eski çöplük alanı şimdilerde yerleşim biriminin merkezinde kaldığı için insanlar tepelere yakın yerlerde neredeyse burunlarında mandalla dolaşmak zorunda kalıyorlar. İşin daha da kötüsü, çöp dökme alanının Kazdağları'nın ciğeri sayılan ve bölgeye oksijen ve su sağlayan vadinin tam ortasında konuşlanmış olması. Yani bir cennet ancak bu kadar ustalıkla cehenneme dönüştürülebilir. İyi haber ise Havran tarafında inşa edilecek yeni çöp arıtma tesisinin gelecek yıl hizmete girecek olması.
BRAVO SAHİL GÜVENLİK
Peki yalnızca olumsuzluklardan mı söz edeceğiz. Tabii ki değil. Kuzey Ege'de bu yıl balık bolluğu ve çeşitliliği var. Adını unutmaya başladığımız sinarit her balıkçıda, her restoranda bulunuyor. Karagöz ve deniz çipurası da öyle. Barbunya niyetine önümüze konulan tekir irilerinin yerini de bu yıl cüsseli, gerçek barbunlar almış. Ben dönmeden önce koca koca orfozlar restoran vitrinlerinde arz-ı endam eylemeye başlamışlardı. Bu bollukta özellikle Küçükkuyu Sahil Güvenlik ekiplerinin büyük payı olduğunu düşünüyorum. Eskiden önüne gelenin rastgele ağ attığı yakın kıyılara, av yasağı şamandıraları dikmişler. Balık yuvalarını tehdit eden kaçak ve hatalı avlanmayla kıyasıya mücadele ediyorlar. Helâl olsun onlara ve deniz hayatını canlı tutmaya çalışan herkese...
Eee ne yapalım? Bugün köşeye ister istemez deniz tuzu ve güneş yanığı hakim oldu. Bunu da 'kalbi Ege'de kalan' yazarınızın 'uyum süreci' olarak kabul edin. Yarın yine balıklama televizyon konularına dalacağız. Kuzey Ege'nin billur suları yerine...