Hakan'ı, Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin 'en mağdur' karakteri olarak görüyordum.
Ta ki son bölüme kadar...
Hakan'ın kızı Zehra, dedesi tarafından kaçırılıp alıkonuldu. Hakan'ın günlerce görmediği kızını, kötü adamların elinden eşi Berrin'in unutamadığı aşkı Ahmet kurtardı.
Ahmet, kucağında Zehra ile eve geldiğinde Hakan, koşup kızına sarılacağı yerde, kıskançlığından pencere kenarında dudaklarını ısırıp gözyaşı döktü.
Sonra da odasına çıkıp yattı.
Hakan ertesi gün kararını verdi; Berrin'i, Ahmet'e bırakacaktı. Zira onların aşklarının arasına girmenin mümkün olmadığını anlamıştı. Tek şartı vardı; Zehra'yı düzenli olarak görebilmek...
İşte Hakan'ın çelişkisi de burada başlıyor. Madem Zehra'yı bu kadar çok seviyor ve önemsiyordun, neden kötü adamların elinden kurtulduğunda ilk iş olarak onu bağrına basmadın? Kıskançlığının, evlat sevgisine baskın gelmesine bir baba olarak nasıl izin verdin?
Bu nasıl babalık? Zehra'nın yuvasına kavuşturulduğu sahneyi ise bir türlü aklım almadı. Ahmet, Resul ile beraber kızı alıp getirmiş. Kimse "Nasıl yaptın, nasıl ettin? Yerini nereden öğrendin? Kanlı düşmanın Resul'ün senin yanında ne işi var?" diye sormadı. Sanki herkes Ahmet'in Zehra'yı bulup getirmesini bekliyormuş gibi davrandı. Tuhaftı... Çok tuhaf..