Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin belki de en dokunaklı sahnesiydi...
Ahmet, annesini öldürdüğünü düşündüğü Hakan'a ulaşmak için sağ görüşlü öğrencilerden Resul'ü evine kadar takip etti. Resul, önce gecekondunun önündeki köpeği besleyip sevdi. Tam içeri girecekti ki Ahmet tabancayı ensesine dayadı, "Beni Hakan'a götüreceksin" dedi. Resul, "Gelemem" dedi. Hakan "Ne o? Korktun mu?" diye sordu.
Resul'ün gözlerinden çaresizlik okunuyordu: "Gelemem..."
O sırada gecekondunun içinden yaşlı bir kadının seslenişi duyuldu: "Resuuul!.."
Resul, içeriye doğru seslendi:
"Geliyorum..."
Gözlerini, Ahmet'inkilere dikip konuştu: "Annem... Hasta..."
Resul, annesinin yanından çıktığında elinde 'sürgü' diye tabir edilen ve yatalakların tuvalet ihtiyaçlarını giderdikleri kap vardı. Ahmet tabancasını arkasına saklayıp öylece kalakaldı. Yatalak anne, Ahmet'i görünce sordu:
"Sen Resul'ün arkadaşı mısın oğlum?"
Ahmet yerin dibine geçmiş gibiydi. "Evet.." diyebildi güçlükle. Anne, bu kez oğluna sordu: "Okuldan mı arkadaşsınız?" Resul, annesine "Hayır, okuldan düşmanız. Birbirimizi ilk fırsatta öldürmek istiyoruz" diyemezdi ya, "Ev... Evet, okuldan" diye kekeledi...
Günde 30 kişinin sağ-sol çatışması yüzünden hayatını kaybettiği 1980 öncesi yılları olanca hüznüyle, korkusuyla, endişesiyle yaşayanlardanım. O gün insanlar birbirlerine kurşun sıkarken, karşılarındakinin de bir 'ana evladı' olduğunu asla akıllarına getirmemişlerdi...
Ne yazık ki bunu anlamamız için zamanın öyle bir geçmesi gerekti..