Ahmet Ümit'in son romanı İstanbul Hatırası'nı okumaya başlayalı neredeyse üç ay olacak. "Bir polisiye roman üç ayda okunur mu?" demeyin. Eğer o kitap aynı zamanda bir İstanbul rehberiyse, benim gibi İstanbul'da yaşayıp İstanbul'un tarihinden bihaber fanileri sokağa çağırıyorsa, romandaki cinayeti çözen dedektiflerle beraber sizi tarihi yarımadada oradan oraya savuruyorsa, iki ayda da bitmez, bir yılda da... Hayatımda ilk kez bir kitabın sonunun gelmemesi için onu ağır ağır okuyorum. Okuyor, sindiriyor, araştırıyor, olayların geçtiği yerleri adımlıyorum. Bu kitap, polisiye dalında edebiyat ödüllerini toplar mı bilmem. Ama emin olduğum bir şey var ki, Türk turizmine verdiği hizmet nedeniyle eninde sonunda Turizm Bakanlığı'ndan bir şükran şildi alacaktır. İşte bu nedenledir ki, ünlü polisiye yazarı Ahmet Ümit'i NTV'nin bayram ekranında Çağla Kubat'a röportaj verirken görünce, zaping yapmayı bırakıp o ekranda uzun bir mola verdim. Sohbet çok keyifliydi... Çağla her zaman olduğu gibi ev ödevini en iyi şekilde yapmış, kitabı okumaya başlamıştı. (Sanırım o da benimle aynı nedenden dolayı henüz bitirememişti) Kitabın filme çekilmesiyle ilgili girişimler beni hem heyecanlandırdı hem de mutlu etti. Hep söylerim, bizim televizyonlarımız ve sinemamız Ahmet Ümit'i yeterince değerlendiremiyor diye. Heyecanım işte bu yüzdendi. Sohbet gelip de günlük hayatın stresinden yakınmalara dayanınca Ahmet Ümit'ten ilginç bir tespit geldi. Dedi ki, "Bir yerlerde okumuştum. Astronotluk, tüm önemine ve riskine rağmen dünyanın en stressiz mesleklerinden biriymiş. Çünkü uzaya çıkıp baktıklarında geride dünya olarak sadece yuvarlak, mavi bir top görüyorlar. Dünyanın tüm derdi, sıkıntısı, arkalarında kalıyor. Bu nedenle insan bir yerlere dinlenmeye gittiğinde dünyayı arkasında bırakmalı..." Bugün pek çok bayram tatilcisi dönüş yolunda... Dünyaya hoşgeldiniz dostlar!..