National Geographic'deki "Bilimin Ta Kendisi" belgeselini, adeta burnumu ekrana yapıştırarak, soluksuz izledim. Program, ABD'nin büyük şehirlerinden birinde, olası bir nükleer terörist saldırı sonrasında yaşanabilecekleri "projeksiyon" olarak ekrana seriyordu. Senaryoya göre şehrin ortasındaki patlama sonucu 38 kişi hayatını kaybediyor ve 100'den fazla insan yaralanıyor. Yapılan ilk incelemede bombanın "kirli" olduğu bulgusuna ulaşılıyor. Yani, nükleer serpinti saptanıyor. Özel donanımlı müdahale birliklerinin bölgeye ulaşması sadece birkaç dakika alıyor. Çevre halkı özel bir merkezden telefonla aranarak ya da mesaj gönderilerek tek tek bilgilendiriliyor ve tahliye ediliyor. Özel bir laboratuvar kurulup, insanları etkileyen izotopların türü belirleniyor. Teyakkuz durumundaki hastanelere, radyasyon zehirlenmesine panzehir olacak ilaçlar merkez depolardan hızla sevk ediliyor. Bilim, öngörü ve organizasyon yeteneği el ele verip, bu terörist saldırının etkilerini asgariye indiriyor... Görünen o ki, ABD, pek çok vatandaşının öldüğü, yaralandığı, evlerini kaybettiği Katrina kasırgasının ardından yaşanan ve koca Amerika Birleşik Devletleri'ne dünyanın gözünde büyük prestij kaybettiren felaketten gerekli dersi çıkartmış. ABD'nin büyük kentlerinin terörist nükleer tehdidi her gün daha fazla hissettiği bir gerçek. Ama görünen o ki, onlar en kötü duruma karşı bile hazır. Belgeseli izlerken, deprem bekleyen İstanbul'da acil müdahale yollarının üzerine park etmiş otomobilleri düşündüm. Acil yardım ünitesi olarak sağa sola bırakılan konteynerlerin hırsızlar tarafından gün aşırı soyulduğunu hatırladım. Ve umutsuzca düşünmeye koyuldum: "Acaba Amerika'yı ne zaman keşfedeceğiz?.."