Eminim televizyon seyrederken sizin de aklınızdan, "Şov programı sunmanın neresi zor? Al karşına ünlüleri, konuş, gül, eğlen. bir de üstüne para versinler" diye geçirmişsinizdir. Ama kazın ayağı hiç de öyle değil. Öyle olmadığı, bu hafta atv'de ilk kez ekrana gelen "İşte Bu Benim Şovum" programında görüldü. Kulağınızda yönetmenin komutları, belinizde ikisi mikrofon, biri kulaklık, üç cihaz. Bir yandan reklam kuşaklarını ve bantları zamanında anons edebilme kaygısı, diğer yandan konuklardan en çarpıcı yanıtları almak için onlara en doğru soruları yöneltme telaşı. Spot ışıklarının bunaltıcı sıcağı, doğru kamerayı gözle takip etme zorunluluğu v.s. derken, olay tamamen bir "işkenceye" dönüşmekte... Can Tanrıyar da bu gerçekten hareketle keyifli bir program formatı icat etmiş. Ama ne yalan söyleyeyim, belki de "sektörün orta yerinde" bulunduğum için görüntüleri eğlenerek değil, "üzülerek ve acıyarak" izledim. Hani ne bileyim, insanların şöhret uğruna aptala çevrilmesini, maymun edilmesini yüreğim kaldırmadı...