Görünen o ki, temiz ekrana ulaşma sorumluluğunu tek başlarına yapımcılara, kanal yöneticilerine yüklemek pek adaletli bir yaklaşım olmayacak. Seyirciler bilinçli tercih kullanmayı öğrenecek, reklamverenler de kaliteyi ödüllendirmeyi... Ama burada en büyük sorumluluk, reyting ölçüm şirketine düşüyor. Belli ki deneklerin eğitim ve kültür düzeyi düşük. Bu durum, reyting sonuçlarına olduğu gibi yansıyor. Peki denekleri daha elit kişilerden oluşturup, ekrandaki kalite çıtasını yükseltmenin kime ne zararı olur? Beğeni düzeyi, kalite talebi ve seçicilik biraz olsun artsa, ne çıkar? Eminim reklamveren de bundan şikayetçi olmaz. Zira onlar cebinde para olan, belli bir gusto sahibi, tüketim bilinci ve inisiyatifi bulunan insanlara ürün ve hizmet pazarlamak isterler. AB grubunun, reklamverenin gözünde daha büyük bir öneme haiz olmasının nedeni de işte bu ticari kaygıdır. Böylelikle kalite özendirilir ve ödüllendirilir. Bu sayede ekrandaki kirlenmenin getirdiği kültürel erozyonun önüne geçilmiş olur. Tam tersini düşünelim: Pek çok ülkede güvenilir reyting ölçümlemelerini yapan, dürüstlüğünden ve deneyiminden asla şüphe duymadığım AGB Nielsen şirketini tenzih ederek söylüyorum: Ben Türkiye'nin düşmanı olsam, ülkenin orta yerine nükleer bomba atacağım yerde, reyting ölçüm cihazlarını beğeni düzeyi en düşük, en yoz, en kültürsüz insanların evine kurarım. Emin olun bu operasyonun olumsuz etkisi, nükleer bombadan çok daha fazla olur. Böylelikle ülkenin sadece bugününü değil, yarınını da bir hamlede yok etmiş olursunuz. Bu örneği kafalarda şüphe yaratmak için değil, reyting ölçümlerinin gelişmekte olan bir ülke için ne denli önemli olduğunu vurgulamak için verdim. Şimdi bir kez daha soruyorum: Sarı Kurdele'ye var mısınız?