Seçimler yaklaştıkça, siyasi tartışmaların üslubu keskinleşiyor, kimi zaman da aşırı sertleşebiliyor. Türkiye'de çok uzun süredir tek başına iktidar olan, girdiği tüm seçimleri ve halk oylamalarını başarıyla kazanmış bir iktidar partisi, AK Parti bulunuyor. Kurucusu ve lideri Recep Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığına büyük bir halk teveccühü ile ilk turda seçildiğinden bu yana, parlamenter sistemde bir panik havası oluştu.
Siyasi partilerde olduğu kadar, siyaset dışında kalıp siyaset yapmayı meslek edinen paralel örgütlenmelerde de, 7 Haziran seçimlerine doğru ciddi bir telaş ve kıpırdanma başladı. Seçim sonuçları konusunda, muteber kamuoyu yoklamalarını bir tarafa bırakarak, veri ile temenniyi karıştırmaya yönelik kimi sonuçlar üzerinden hesaplar yapılmaya başlandı. HDP'nin barajı geçmesi ve AK Parti'nin yüzde kırk iki gibi bir seviyeye inmesi senaryolarında dahi, AK Parti'nin hükümeti tek başına kuracak ve iktidarını devam ettirecek bir görüntü çıkması, seçim öncesi iktidar karşıtı muhalefeti hızlandırdı.
Temel olarak birbiriyle çok açıdan çelişen üç görüşün temsilcisi üç siyasi hareketle karşı karşıyayız. CHP, eski siyaset ve bürokrasi "elitinin" partisi olmayı sürdürüyor, katı Kemalist kalıpların dışında bir tahayyülü yok ve "sekülerlik elden gidebilir" korkusu dışında da, bu seçimlere dek ciddi bir programı olmadı. Bu seçimlerde ise, Anadolu'nun göbeğinde yeni bir kent kurma usulü, daha ziyade Jules Verne romanlarına yakışacak bir siyasi programla ortaya çıktı. Hitap ettiği seçmen kitlesi, tüm seçmenin dörtte birini oluştursa da, o kemikleşmiş oyunu yukarı çıkartamıyor. HDP ise, Kürt kimliğini siyasi bir platforma taşıyan, bölgesel ve etnik isteklerini öne çıkaran bir parti. Silahlı terör örgütüyle olan ilişkisinden de kopmuş değil. Son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, muhalefetin ortak adayının siyaset dışı kişiliği seçmeni o denli kendisinden soğutmayı başardı ki, Selahattin Demirtaş hiç ummadığı bir skora ulaştı. O günden beri HDP, yüzde on barajını aşabileceği öngörüsü üzerine siyaset yapıyor. Bu hedefe ulaşmak için de, her türlü açılımı gündemine alıyor. Said-i Nursi'den Atatürk'e uzanan bir çizgide, herkesi referans verebiliyor, paralel örgüt başta olmak üzere tüm siyaset dışı aktörlere mavi boncuk gönderiyor.
MHP ise, önemli bir kitle partisi olup, herhangi bir siyasi program sunmamasının sancılarını çekiyor. Genelde gündem oluştuktan sonra devreye girerek, Türk seçmeninin eskiden sıklıkla duyduğu türde popülist görüşler serdediyor. "Kim ne veriyorsa biz daha fazlasını veririz" anlayışından bu ülke ve bu ekonomi çok çektiği için, bu tavrıyla geçen seçimlerde barajı neredeyse geçemiyordu. Halkın en az popülizm kadar nefret ettiği kaset skandalı yüzünden son dönemde kendi seçmeninin sandığa gitmesini sağlayabildi. Bu dönem ise, Kürtlere özerklik tehlikesini hisseden (veya hissettirilen) kitlelerin oylarına talip, büyük ölçüde muhafazakâr bir tepki partisi olarak varlığını sürdürüyor.
Birbirine hiç benzemeyen bu üç siyasi hareketin hedefi, hükümet olmak değil, AK Parti'nin hükümet olmasına karşı çıkmak. HDP'nin CHP'ye yaptığı koalisyon teklifi, CHP sanki yüzde yirmi beş değil de yüzde elli oy alacakmış gibi reddedildi. MHP'ye teklif götüren de yok. Bütün bu hengâmede, Paralel yapının haber kaynakları her an gündeme AK Parti'nin bölündüğü türü kara propaganda örneklerini taşıyor. Böylesi bir seçim süreci, sonuçları ne olursa olsun, muhalefet partileri için tükenmişliğin göstergesidir. Bu tür siyaset yapma yöntemleri, bu seçimlerde muhalefet partileri için bir dönemi sona erdirerek yeni bir dönem başlatacak, muhakkak yeni yaklaşımlar, yeni liderler arayışı içine girilecektir. Türk toplumu da, demokraside yapıcı rol oynayabilecek bir "yeni muhalefeti" umutla beklemektedir.