S. Arabistan, Yemen'de iktidardaki meşru hükümete karşı isyan halinde olan Huti asilere karşı askeri harekât düzenledi. Asiler, Yemen'in başkenti Sanaa'yı ele geçirdikten sonra, ikinci büyük şehri ve ekonomik merkezi olan Aden'in havaalanını işgal etmişler ve kente girebilecek duruma gelmişlerdi. S. Arabistan silahlı kuvvetlerinin yüz elli bin askeri ve yüz kadar savaş uçağını seferber ettiği biliniyor. Bu hava operasyonuna Birleşik Arap Emirlikleri'nden otuz, Bahreyn ve Kuveyt'ten on beş, Katar'dan da on savaş uçağının katıldığı bildirildi.
Huti milisleri büyük ölçüde Şii, ancak devrik Devlet Başkanı Ali Abdallah Saleh'e sadık birlikler de bu isyanı destekliyor. İsyanın en önemli destekçisi ve silah sağlayıcısı da İran... Bir anda, Yemen bölgedeki Sünni kampı temsil eden S. Arabistan ve Şii kampın temsilcisi İran arasında verilen bir savaşa sahne oldu. Yemen, I. Dünya Savaşı'nın bitiminden bu yana, huzur bulabilmiş bir toplum değil. Osmanlı'nın ticaret altyapısı yok olduktan sonra, meşhur Yemen kahvesi giderek yok olmuş, Aden ve çevresi İngiliz sömürgesi haline gelmiş, ülke uzun zaman ikiye bölünmüş biçimde varlığını sürdürdükten sonra, 1990'da Kuzey ve Güney Yemen'in birleşmesiyle tekrar bütünlüğüne kavuşmuş.
Yemen, hâlâ derin biçimde bölünmüş ve halk yığınlarının merkezi hükümetle olan ilişkilerinin son derece sağlıksız olduğu bir ülke... El Kaide'nin bu ülkeden önemli sayıda militan devşirdiği biliniyor. ABD donanması, 2000'de Aden limanında uğradığı intihar saldırısında 17 denizcisini kaybetmişti.
Yemen'de var olan savaş, aslında kesin mezhep çizgileriyle ayrılmış değil. Huti'ler arasında önemli sayıda Sünni aşiret de bulunuyor, öte yandan Şii milislerin saldırdığı yeni Başkan Abdu Rabbu Mansur Hadi, aslen Zaidi, yani Şii. Ne var ki, ne S. Arabistan ve benzeri rejimler, ne de İran bölge halklarına herhangi biçimde çekici gelebilecek hiçbir ideoloji, hiçbir toplum projesi önerebilecek rejimler değil. Bu nedenle, ayrım genelde "mezhep aidiyeti" ile etiketleniyor ve safların ne olduğu bu şekilde anlaşılmaya çalışılıyor.
İran İslam Devrimi, ihraç edilebilecek hiçbir umut ya da projeye sahip değil. Ancak bölgede, demokratik altyapının olmaması, büyük ve giderek derinleşen eşitsizlikler, doğal kaynakların paylaşımı sorunları, daimi bir istikrarsızlık çerçevesi oluşturuyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İran'ın Suriye, Irak ve Yemen'de oynadığı rolü sert bir üslupla eleştirerek uluslararası platformda ses getirdi. Türkiye, Yemen'deki isyancıların bertaraf edilmesi için lojistik destek verebileceğini de açıkladı. Diğer yandan S. Arabistan, muhtemelen kendi silahlı kuvvetleriyle birlikte Körfez ülkelerini de kapsayacak bir "Arap ordusu" kurma hedefiyle ortaya çıktı.
Bölgenin gerek İran, gerek el Kaide ya da onun türevi olan silahlı hareketleri bastırmak için, çok ciddi bir işbirliği ve ticaret altyapısına yeniden kavuşması gerekiyor. S. Arabistan, inanılmaz parasal kaynaklarına rağmen, böylesi bir bölgesel projeyi hayata geçirebilecek siyasi iradeye sahip değil. Petrol gelirleri, olduğu gibi gelişmiş Batı ülkelerindeki sermaye birikimine katkı olarak gidiyor. İran'ın ise habaset ve istikrarsızlık yaratma, sorunları körükleme ve derinleştirme gücünün dışında başka sunacağı hiçbir şey bulunmuyor. Türkiye'nin, 2011'de tamamlanacak olan ancak savaş çıktığı için gerçekleşemeyen Suriye/ Ürdün/ Lübnan ile ortak serbest ticaret bölgesinin ne kadar önemli bir girişim olduğu, neden hiçbir bölgesel güç tarafından da istenmediği bu son gelişmelerle iyice açığa çıkmış bulunuyor. Bütün olumsuz gelişmelere rağmen, Türkiye ve onun gerçekleştirebileceği bütünleşme projeleri, bölge için gene yegâne elle tutulabilir demokrasi ve kalkınma projeleri olarak masada duruyor.