Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğundan bu yana, en önemli sorunu, Kürtlerle toplumsal bir barış yapılamaması olmuştur. Devlet, her zaman "Kürt" kimliğine karşı bir güvensizlik duymuş, karşısında da devamlı ciddi bir Kürt muhalefet bulmuştur. Bu muhalefet, 1950'ye kadar son derece sert ve askeri tedbirlerle susturulmuş, bu tarihten sonra, zor da olsa parlamenter siyasette sesini duyurmaya çalışmıştır. 1950 sonrasında, Doğu vilayetlerinde izin verilen siyasi örgütlenme, 1960 askeri darbesiyle yasaklanmış, partilerin ocak/ bucak teşkilatlanmaları lağvedilmiş, yüz elli Kürt ailesi Batı illerinde zorunlu ikamete tabi tutulmuştu.
Kürt sorununu sert yöntemlerle bastırmak alışkanlığı, Türkiye'de demokrasinin gelişmesine de her aşamada engel oldu, demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesine daima engelleyici bir unsur olarak gösterildi. Bunun da ötesinde, idari yapının aşırı merkeziyetçi, aşırı buyurgan boyutu, daimi bir "bölünme korkusu" ileri sürülerek doğrulandı, izah edildi. Kürt sorununun daimi olarak askeri ve antidemokratik tedbirlerle bastırılmak istenmesi, toplumda gerginliğin hep var olmasına, kutuplaşmalara, Kürt kökenli olarak kendini tanımlayan kesimin bu ülkeye ve değerlerine tümüyle yabancılaşmasına yol açtı.
Soğuk Savaş bittikten sonra, Türkiye'nin bir türlü AB düzeyinde demokrasi normlarına erişememesi, PKK'nın başlattığı ve Türkiye tarihinin en uzun süren, en kanlı Kürt isyanı yüzünden oldu. Şimdi, Cumhuriyet tarihinde ilk kez, Türkiye Cumhuriyeti'nde Kürtleri de kucaklayacak, onların kendilerini bu ülkede rahat hissetmelerini sağlayacak, birlikte yaşamanın ve üretmenin nimetlerini herkese gösterebilecek bir fırsat penceresi açılmış bulunuyor.
Bu fırsat penceresi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kişisel tavrı sayesinde bugün önümüzde açık duruyor. Çözüm sürecini, yaklaşan seçimleri de göz önüne alarak, bir siyasi tartışma, hatta kabalaşma düzeyine indirgemek, Türkiye'nin geleceği açısından yapılabilecek en büyük hatadır. Sürecin bugün elle tutulur hale gelmesi, bütün siyasi kariyerini tehlikeye atarak Öcalan ile görüşmeleri başlatma kararı alan, bu tavrından da ödün vermeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sayesindedir. Devamlı kendisini hedef alan ve aslında çözümü istemediğini ifade eden açıklamalar, saldırılar en hafifinden sorumsuzluktur.
Türkiye siyasi tarihinde, Kürt olmayan çok kişinin Kürt kimliğine, Kürtlerin kültürel ve kişisel haklarına sahip çıkmaya çalıştıklarını biliyoruz. Bu insanların başına neler geldiği de ortadadır. Bundan on iki yıl önce, Kürt sorunu lafının telaffuz edilmesi bile ciddi tehlike yaratırken, genç bir Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu konuda tavır koyabilmiştir. "Kavmi necipten olunursa iyi, olunmazsa kötü, böyle bir şey olamaz" cümlesiyle Kürtlerin uğradığı ayrımcılığa karşı çıkması, bir Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı için ilk olmuş, darbe hazırlıklarının kol gezdiği bir dönemde büyük bir siyasi cesaret gerektirmiştir. Şimdi bütün bunlar olmamış, çözüm süreci bu aşamaya sanki kendi kendine gelmiş gibi bir hava yaratılmak istenmektedir. Türkler de, Kürtler de, vicdan sahibi olan her insan, bu sürecin Cumhurbaşkanı Erdoğan'a neler borçlu olduğunu bilmektedir.
Bu nedenle, seçim tartışması yapılamayacak kadar ciddi bir konuda, herkesin sorumluluklarının bilincinde olarak asgari saygı dairesinde kalmasında inanılmaz yarar vardır. Çözüm süreci, sadece Kürt kimliğinin nefes alma süreci değil, tüm Türkiye'nin çok daha yetkin bir demokrasiye kavuşma sürecidir.