Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

Kürt sorunu ve çözümü

Türkiye'de toplumun çözüleceğine inanmadığı çok sayıda aksaklık hep vardı.
Hastanelerde, devlet dairelerinde işini halledebilme, kentlerin düzensizliği ve çirkinliği gibi sorunlar başta gelirdi. Buna ek olarak şehirlerarası yolculukların uzun ve meşakkatli olması, şehir içinde toplu taşımacılığın eksik ve kötü olması gibi hususlar, insanların gündelik yaşamında kanıksadıkları zorluklar ve sorunlar olurdu.
Halk içinde "Allah devlet kapısına düşürmesin" gibi deyimler, Ak Parti'nin iktidara geldiği dönem sürdükçe anlamını yitirdi. Hastaneler, başvuru kuyrukları, ilaç için bekleme gibi hususlar tarihe karıştı.
Kentlerde raylı sistemler giderek gelişti, ortak alanların düzeltilmesi gibi alışılmadık girişimler kanıksandı, şehirlerarası yollar hem emniyetli, hem de rahat biçimde yapıldı. Ülke içinde ticaret ve turizmin artışında büyük rol oynadı. Lozan antlaşmasına ve yasalara aykırı olarak el konulan azınlık Türk vatandaşlarının bu durumu, tüm adaletsizliğine ve onursuzluğuna rağmen toplumda ve siyasette kanıksanmıştı.
Ak Parti döneminde, özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kişisel gayretiyle bu sorun da büyük ölçüde uzlaşma yoluna girdi. İlk kez, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gasp edilen azınlık mallarının iadesi veya tazmini sürecini yaşadık. Bütün bu gelişmeler, Türkiye'yi yeni ve demokratik bir 21. yüzyıl modeline taşıyacak adımlar oldu. Ancak bunların en önemlisi, sorunlarımızın en büyüğü, hiç şüphesiz Kürt sorunu oldu. Cumhuriyet kurulduktan sonra daha iki yıl geçmeden ilk Kürt isyanı ile karşı karşıya kalındı ve o tarihten itibaren, 1950-1960 dönemi haricinde, daimi bir çatışma süreci yaşandı. Ne var ki yaşananların hiçbiri, 1983'te başlayan ve Cumhuriyet tarihinin ileride en büyük isyanı olarak nitelendirilecek PKK hareketi kadar kan dökücü ve acı verici olmadı. "Kürt" sözcüğünün kullanılmasının bile insanın başına büyük dert açacağı dönemlerden, Ak Parti iktidarında Kürtçe televizyon yayınlarına, baskıların kaldırılması sürecine geldik. Ancak en önemli ve en can alıcı gelişme, hiç şüphesiz iki yıldır süren ateşkes ve eylemsizlik süreci oldu. PKK, silah bırakmayı reddetse dahi, büyük ölçüde bu ateşkese riayet etti. Bu fiili durumun oluşması, doğal olarak hükümetin ve Milli İstihbarat'ın önemli çabalarıyla gerçekleşti. Gene de bugün itibarıyla, PKK'ya silahları bırakması için Öcalan'ın ve HDP'nin çağrı yapabileceği bir ortam oluşmuşsa, bunun mimarı sadece ve sadece Recep Tayyip Erdoğan'dır. Büyük ölçüde, kendi siyasi geleceğini ortaya koyarak, Kürt sorununun çözümü için gerekli adımların atılmasını sağlamış, gerekli siyasi iradeyi gösterebilmiştir.
Bu günlerde basına duyurulan on maddelik müzakere çerçevesi, muğlaklığı ve genel yapısı itibarıyla, müzakerelerin ön koşul olmadan başlamasını sağlayabilecek bir adım olarak görülmelidir.
Başlıklara bakarak kehanette bulunmanın da bir anlamı yoktur, çünkü başlıklar ve genel tanımlar, içi dolduruldukça ve müzakere edildikçe anlam kazanır, uygulanacak duruma gelir. Dünya eğer 1918'de Wilson prensiplerini uygulayabilecek bir ortam bulsaydı, belki II. Dünya Savaşı hiç yaşanmayabilirdi.
Ancak olmadı, ABD Başkanı Woodrow Wilson'un çok iyi niyetli prensipleri göz ardı edildi, sömürgeler ortadan kalkacağına daha da arttı, uluslararası düzen büsbütün gerildi ve elli milyondan fazla can alan, holokost'a neden olan bir sürece girildi. Türkiye Cumhuriyeti, Kürt yurttaşlarıyla barışma sürecine çok zor da olsa girmiş bulunuyor. Bu aşamada, ortamı germeyecek, müzakereleri başarıya götürebilecek bir tavır ve anlayış sergilemek gerekiyor, özellikle HDP sözcülerinin bu aşamada sorumlu davranmayı öğrenmelerinde büyük fayda var.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA