Cumhuriyet savcılığınca başlatılan soruşturma, bir anda "ifade özgürlüğü katlediliyor" haykırışlarıyla sosyal bir sorun haline getirilmek isteniyor. Türkiye'de geçtiğimiz yıllarda sürdürülen soruşturmalar, verilen tutuklama kararları, hükümler ve mahkeme celselerinin hiçbiri, bu kadar kamuoyunu anında bilgilendirerek yapılmamıştı.
Paralel bir yapının varlığını kabul etmeyen ya da ciddi kuşku duyanlar için, bu son gelişmeler önemli bir delil oluşturdu. Yargı erkinin içindeki gelişmelerden, herkesten önce haberdar olmayı sürdüren bir güç var. Henüz hiçbir hukuki girişim yokken, önce sosyal medyada, sonra da tüm basında "aman operasyon geliyor" havası yaratıldı. Bunun çok gayrı- hukuki olacağı, bir "baskın" biçiminde gerçekleşeceği günlerdir söyleniyor. Dış basına da yansıyan bu "dehşet içinde bekleme" havası, belirli ölçülerde başarılı da oldu. Henüz soruşturmanın ilk aşamalarını teşkil eden "savcılıkta ifade verme" aşamasına geçildiğinde, bütün kamuoyu "size söylememiş miydik" havasına sokuldu.
Avrupa Birliği içinde de, bu yaratılan hava, başarılı sonuçlar verdi ve daha ilk soruşturma aşamasında gerek Avrupa Komisyonu, gerek Avrupa Parlamentosu son derece endişeli açıklamalar yaparak durumu vahim gibi gösterip, paralel yapının yaratmak istediği gergin görüntüyü güçlendirdiler. AB yetkililerinin, Türkiye'de soruşturma açan savcılık makamının bu girişiminin üzerinden daha yirmi dört saat geçmeden bu denli sert ve endişeli açıklamalar yapmaları da, ayrı bir sorumsuzluk örneği olarak duruyor.
Hukuken, bir soruşturma "nötr" bir girişimdir. Evrensel adalet anlayışı çerçevesinde, "suçu sabit bulunup hüküm giyene kadar herkes masumdur" karinesi geçerlidir. Bir soruşturmaya veya kovuşturmaya birçok açıdan taraf olabilirsiniz, sanık, tanık, bilirkişi ya da hukukçu olarak yargı sürecine katılabilirsiniz. Suçunuz sabit görülüp, hüküm giymeden, bu hüküm bütün üst mahkemelerce teyit edilmeden, çoğu zaman Avrupa İnsan Hakları Divanı'na kadar gidip kesinleşmeden, suçunuz kesinleşmez.
Henüz soruşturma aşamasında, bunun bir "intikam operasyonu" olduğunu açıklayarak savcılığa gitmeyi reddetmek, konuyu hukuki mecrasından çıkararak bir siyasi gösteriye dönüştürmek, aslında bütün gelişmenin ifade özgürlüğü ile hiçbir alakası olmadığını zaten açıkça gösteriyor. Kimse, "fikrini özgürce savunduğu" için kovuşturulmuyor, son derece garip ve gayrı hukuki biçimde dinleme yapıldığı bir gerçek, bu konuda devletin en gizli sırlarının da fütursuzca medyaya aktarıldığı başka bir gerçek. Devletin istihbaratı ve güvenlik güçleri, buldukları delillerle savcılığın soruşturma yapacak duruma gelmesini sağladılar, savcılık da bu soruşturmayı başlattı. Kimse çiğ yemediyse karnı da ağrımaz, çünkü yargıda "uydurma" delillerle insanların hayatını karartma dönemi bitti.
"Dinleme operasyonları" genel olarak medyada pek hafife alınıyor ya da "yolsuzluk" adı altında hatırlatılmak isteniyor, ne var ki, bu dinlemeler, Başbakan, Dışişleri Bakanı, MİT Müsteşarı, Dışişleri Müsteşarı düzeyinde gerçekleşen son derece mahrem konuşmaları da kapsadı. Eğer güney sınırımızda bir savaşa girmediysek, bu sadece Suriye ve Irak'ta büyük ölçüde o dönemde merkezi güç kalmaması sayesinde oldu. Dışişleri içinde Bakanlık odasını dinleyecek kadar örgütlü ve gözü dönmüş bir yapı, gerektiğinde Türkiye'yi savaşa dahi itebilecek bir hukuksuzluk bataklığı oluşturuyor. Bunu soruşturan bağımsız yargı, "ifade özgürlüğünü kısıtlamakla" suçlanıyor. Bir hukukçu olarak, bütün bu olanlara benim söyleyebileceğim bir şey de kalmıyor, sadece nutkum tutuluyor.