Recep Tayyip Erdoğan beklenen açıklamayı yaptı ve parti kurumlarıyla birlikte, AK Parti Genel Başkanlığı için Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun adaylığını destekleyeceğini açıkladı. 27 Ağustos'ta toplanacak kongre, bu tercihi oylarıyla destekleyecek, akabinde Cumhurbaşkanlığı devir teslimi, Başbakan atanması, yeni hükümetin kurulması ve güvenoyu aşamaları gerçekleşecek.
Yeni dönemde, AK Parti iktidarının öncelikleri belli:
Birincisi, 1960 darbesiyle oluşturulan, 1980 darbesiyle iyice antidemokratik hale getirilen Anayasa'nın ciddi biçimde ele alınması ve çağdaş Türkiye'ye yakışır bir anayasal sistemin oluşturulması... İkincisi, ülkede tam anlamıyla huzur, barış ve asayiş tesis edecek olan çözüm sürecinin herkesi memnun edecek biçimde sonuca ulaştırılması; üçüncüsü "devlet içinde devlet" olmaya meraklı, yıkılan vesayet sistemlerinin yerine yenisini oluşturmak isteyen güçlerin tasfiyesi ve yalnızca demokratik yollarla hesap sorulabilir, şeffaf ve katılımcı bir siyasi yapının sağlamlaştırılması...
Bunlara ilave, uzun vadede, Türkiye'nin 2023 ufkunda, Cumhuriyetin yüzüncü yılında dünyanın ilk on ekonomisine girmesi hedefi var. Müstakbel Başbakan Davutoğlu ve atanacak güçlü kabine, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın stratejisini ve vizyonunu hayata geçirecek sorumluluğu üstlenmiş bulunuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, yeni makamında, çözüm sürecinin neticelenmesi için çok daha güçlü bir konumda olacağı açıkça görülüyor. Bir yandan, devletin en üst makamını ve tüm yurttaşları temsil etme görevini üstlenerek, diğer yandan yıllardır önemli bir noktaya gelmesi için çaba gösterdiği çözüm sürecinin taraflarına destek vererek, bu zor girişimi başarıya ulaştırmayı hedefleyebilecek. Çözüm süreci, Anayasa değişikliği açısından da çok önemli perspektifler açabilecek bir süreç. Neresinden bakılırsa bakılsın, Türkiye'nin on yıllar boyu birikmiş, hatta kangren olmuş sorunlarının üstesinden gelmek için, yönetim biçimini daha demokratik, halka dayanan, meşru, seçmene ve sadece seçmene hesap verecek hale getirmenin ne kadar elzem olduğu ortaya çıkıyor. Seçilmiş Cumhurbaşkanı Erdoğan öncesinde de, siyasi liderler, Özal da, Demirel de Kürt "realitesi" konusunda önemli adımlar atmak istedi. Var olan vesayet sistemi, demokratik meşruiyet taşıyan bu liderlerin önünü tıkamayı başardı.
Sorunlarımızın hiçbiri halledilemedi. Sonuç da, vahameti de ortada...
"Yeni Türkiye" dendiğinde, bunun bir seçim sloganı ya da bir tanıtım kampanyası olduğunu düşünmek, bu şekilde göstermeye çalışmak, bu toplumun ne denli derinden ve köklü bir değişim geçirdiğini anlamamakla eşdeğer. Türkiye'de halk, sorunların çözülmesini istemiyor, bu sorunları demokratik temsiliyet çerçevesinde "kendisi" çözmek istiyor. Türk siyaseti de, bunu anlayan ve uygulayan siyasi hareketler ile anlamayan ya da anlamayı reddedenler arasındaki mücadeleye sahne oluyor. Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan'ın çizmek istediği siyasi profil, aslında bu ikiliğin nasıl aşılacağına dair önemli bir perspektif de oluşturuyor. Başkanlık ya da yarı başkanlık sisteminden kastedilen aslında bu: vesayetleri kaldırmak, yeni vesayet sistemlerinin oluşmasını engellemek, seçmenin doğrudan kontrol edebileceği bir sorumlu liderlik sistemi oluşturmak.
Bir de hiç unutulmaması gereken husus, bütün bu "demokrasi" mücadelesi verilirken, bir de "demokrasi" istemeyen, bu sistemde meşruiyeti kendinden menkul paralel hareketlerin sinsi saldırısının da sürdüğü... Cumhurbaşkanlığı devir teslimine kadar olan süreçte, kimi mahfillerin seçilmiş Cumhurbaşkanına yapmayı hedefledikleri saldırı, bu sürecin aslında ne kadar dikkatli, ne kadar ödünsüz götürülmesi gerektiğini hepimize hatırlatıyor.