Türkiye'nin gündeminde iktidara karşı verilen şiddetli mücadelen başka bir madde yok. Bu mücadelede, bir tarafta seçilmiş ve demokratik meşruiyeti olan iktidar partisi ve Başbakan Erdoğan var, diğer tarafta ise "gölgeler" bulunuyor. Bu çatışmaya, AK Parti'ye muhalif olan siyasi partiler ve kanaat önderleri de katılabiliyor, ancak bugün itibarıyla, seçilmiş hükümetin karşısında siyasi bir hareket olmayan, neden ABD'den yönlendirildiği bilinmeyen, garip bir örgütlenme bulunuyor.
İktidara karşı verilen mücadelenin hiçbir etik referansı bulunmuyor. Her darbe mubah... Buna karşı Başbakan, kapsamlı bir hükümet değişikliğine gitti ve başlatılan soruşturmaların önünü açtı. Ancak her an yeni ve bayağı bir saldırı başlatılabileceği beklentisi, hükümetin mesaisini rehin alıyor.
Başbakan Erdoğan, il başkanları genişletilmiş toplantısında yaptığı konuşmada, büyük ölçüde AK Parti'nin gelecek stratejisi açısından "özgürlüklerden" ve açılım sürecinden bahsetti. Bir anlamda, Kürt sorununu baltalamak isteyen "tarafların" varlığını tanımladı. Buradan hareketle, özgürlüklerin genişletilmesi temelinde yeni açılımları hedeflediğini ortaya koydu. İktidar savaşı, bu özgürlükler alanının genişlemesini istemeyen kesimlerin de giderek hükümete karşı sertleşmesini beraberinde getiriyor. Özgürlükler alanını genişletme konusu, Başbakan Erdoğan'ın kendisine karşı yürütülen saldırıya verdiği cevap olması nedeniyle büyük önem taşıyor. AB ile yakınlaşma ve ilişkilerin yeniden canlanması, bu alanda yeni ve sağlam bir dinamik oluşturmaya aday görünüyor.
Türkiye'de toplumun değişiminin ne kadar derin ve geri dönülemez olduğunu, belirli kesimlerin anlaması da kolay değil. İttihat ve Terakki'den bu yana, eski düzenin parametreleriyle düşünen, değişimi anlamakta çok zorlanan ve uzun zaman bu ülkenin "elitini" oluşturmuş bir kesim var. Bu kesim için, Türkiye'de askeri vesayet "normal" gibi kabul edilirdi. Medyada inanılmaz pervasızlık sergilenmesi ve her türlü etik değerin ayaklar altına alınması "vakayı adiyeden" addedilirdi. Parti kapatma, Başbakanı darağacına gönderme gibi konularda yargının bağımsızlığının ortadan kaldırılması "olağan" bulunurdu. Bu kurumların ne kadar zedelendiğini demokratik bir işleyişe gerçekten kavuşmak istediğimizde anladık.
Son dönemde, özellikle de Anayasa yapma süreci, AB kıstaslarına uyum ve Kürt açılımı alanlarında atılan her adımda sorunlar ve engeller birbiri ardından gündeme geldi. Bugün, karşılaşılan her engel, geciken her çözüm Başbakan Erdoğan'dan soruluyor çünkü siyasetin güçlü ismi olarak ağırlığını on bir yıldır sürdürüyor. Seçim olduğunda seçmen kitlesinin yarısı Başbakan'a destek vermek, diğer yarısı da muhalefet etmek için sandığa gidiyor. Siyasetin merkezinde Recep Tayyip Erdoğan var. Karşısında "alternatif" olmayı becermekte çok zorlanan muhalefet partileri bulunuyor.
Siyaseten alt edilmesi güç bir konumda olduğu için, Başbakan'a "siyasi parti olmayan" gölge güçler, işbirlikçileriyle birlikte evrensel değerleri çarpıtarak saldırıyorlar. Laiklik, basın özürlüğü, ifade özgürlüğü konularında daimi bir endişe havası yaratıldı, olmayan baskılar "olmuş" gibi gösterildi. Türk toplumu, bu tür pespayeliklerden oldum olası hoşlanmaz; son dönemde, dünyaya giderek daha fazla açıldığı için, bu konularda çok daha tutarlı bir tavır sergilemeye başladı. Fevkalade hazımlı ve bayağılaşmayı reddeden bu tutum, toplumun bilincinin geldiği yüksek seviyeyi gösteriyor. Aynı zamanda, Amerika'dan bakıldığında Türk toplumundaki gelişmelerin pek de sağlıklı görülemediğine işaret ediyor.