İrlanda Cumhuriyeti geçtiğimiz günlerde, yüksek düzey bir iş dünyası heyeti ile Türkiye'yi ziyaret etti. Heyete, Dışişleri ve Dış Ticaret Bakanı olan Eamon Gilmore başkanlık ediyordu. Kendisiyle uzun bir çalışma kahvaltısına katılma şansım oldu. Şansım oldu diyorum çünkü dönem Başkanlığını üstlenmiş olan İrlanda'nın, Başbakan Yardımcısı (Tanaiste) düzeyinde bir ziyareti örgütlemesi ciddi bir siyasi mesaj içeriyor.
Bunun yanı sıra Tanaiste Gilmore, İrlanda'da siyasetinde İşçi Partisi'nin başkanı ve bu partiyi, 99 yıldır ilk kez ülkenin ikinci büyük partisi yapan, koalisyonda ciddi ağırlığı olan bir siyasi figür... Fianna Fail ve Fine Gael partilerinin egemen olduğu İrlanda politikasında yeni ve yükselen bir yıldız.
Ticaret ilişkilerinin tartışılacağı toplantı, kısa sürede Türkiye ile AB arasındaki siyasi ilişkilerin ve müzakerelerin durumunun tartışıldığı bir platforma dönüştü. Eamon Gilmore, kendi deyimiyle Türkiye konusunda AB'de "ilk kez ciddi bir algılama ve tavır değişikliği" gördüğünü söyledi. Bunu da kendisi üç temel unsura bağlıyor: Birincisi, Türkiye'nin ekonomik performansı, ikincisi AB'nin kriz ertesinde yeni bir yapılanma ve anlayış gerektiğini tartışmaya açmış olması, üçüncüsü Türkiye'nin bölgesinde oynadığı istikrar ihraç eden önemli rolü...
Eamon Gilmore, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın son derece cesur kararlar alan bir siyasetçi olduğunu paylaşarak, konuyu başka bir boyuta taşıdı. Türk kamuoyunun müzakerelerde büyük bir hayal kırıklığı yaşadığının farkında olduklarını ifade etti. Bunu aşmanın da vize muafiyeti tanımakla mümkün olabileceğini düşündüğünü söyledi. Ankara Büyükelçisi Kenneth Thompson'un müzakerelerin durumu konusundaki derin birikiminden etkilendiğimi de yazmadan geçmeyeceğim.
Tanaiste Gilmore, Suriye konusunda ve Kürt sorununda büyük riskleri göze alabilen Başbakan Erdoğan'ın, Kıbrıs konusunda da bir adım atarak bu açmazdan hem Türkiye'yi, hem de AB'yi çıkarabileceğini düşündüğünü ifade etti. Kıbrıs konusunda, 2004 Müzakere Çerçeve Belgesi ve 2005 müzakerelere başlama kararı konularında ciddi riskler alarak bu süreci başlatmış olan Başbakan Erdoğan'ın, hem göze aldığı risklerin AB tarafından anlaşılmadığı, hem de verilen hiçbir söz tutulmadığı için AB yetkililerine son derece temkinli yaklaştığını hatırlatmak bana düştü.
Türkiye, KKTC üzerindeki ambargonun "hafiflemesi" için atılacak bir adımda bile, Güney Kıbrıs gemilerine ve uçaklarına sorun yaratmayacağını açıklamışken, AB içinde bu konuda adım atılamaması sorunun ne kadar derinlere gittiğini gösteriyor.
Aslında 1995'te AB tarafından, Gümrük Birliği'nin tamamlanmasına ilişkin mali işbirliği deklarasyonunda Türkiye'ye vermeyi taahhüt ettiği üç buçuk milyar ECU'yü nasıl "unutmak" zorunda kaldığımızı hatırlatmak da mümkündü, ancak tahmin edeceğiniz gibi bunu yapmadım. Kısacası, AB içinde Türkiye'yi ciddi biçimde yeniden değerlendirme dinamiği gözle görünür hale geliyor, yalnız yok olan güvenin yeniden tesis edilmesi gerekiyor, bu konuda Türkiye'yi gerçekten destekleyen Eamon Gilmore gibi siyasetçilere de tarihi bir sorumluluk ve rol düşüyor.