Çok fazla olayın üst üste geldiği bir hafta yaşadık. En önemlisi, ABD başkanlık seçimleriydi. Zorlansa da Başkan Obama, ikinci bir dönem için yeniden seçildi. Böylelikle "Tea Party" türü aşırı sağ bir söylemin, ABD politikalarında etkin olmasının önü kesildi. Yalnızca bu olgu bile, Başkan Obama'nın seçilmesinin dünya barışı ve istikrar açısından ne kadar önemli olduğunu anlatabilir.
2008'de seçilen ve başkanlık dönemine ABD'nin derin bir finansal krize girmesiyle başlayan Barack Obama, dört yılda ABD ekonomisini girdiği bunalımdan tam anlamıyla çıkaramamış olmasına rağmen seçimi yeniden kazandı. Benzer durumda olan Brown, Zapatero ve Sarkozy, İngiltere, İspanya ve Fransa'da seçimleri kaybetmişlerdi.
Geçmişte aynı biçimde, 1979'da Humeyni'nin üretimi kısmasıyla dünya ikinci petrol krizine girmiş, onun yarattığı durgunluk, işsizlik ve enflasyon, iktidarda olan Giscard, Schmidt ve Carter'ın, Fransa, Almanya ve ABD'deki seçimleri birbiri ardından kaybetmelerine yol açmıştı.
Obama kaybetmedi... Az bir farkla da olsa, ikinci dönem seçilmeyi başaran ikinci Demokrat başkan oldu. Böylelikle, giderek kendisine daha geniş bir seçmen kitlesi bulan popülist ve aşırı sağ politikaların da, sağduyunun ağır bastığı siyasi bir duruşla geriletilebileceğini gösterdi.
ABD askeri varlığı
Üzerinde durulması gereken husus, ABD'nin Obama döneminde giderek askeri varlığını, yeni sorunların ve rekabetin olacağı alanlara kaydırma politikasına devam edecek olması... 1947'den bu yana ilk defa, ABD'nin Avrupa ülkelerinde bulundurduğu asker sayısı, neredeyse 30.000 civarına inerek sembolik bir duruma gelecek. Joseph Joffe, Commentary Magazine'de, ABD'nin yeni dönem politikası hakkında son derece ilginç bir makale yazdı.
Joffe'a göre ABD, gücünü çok daha dengeli ve verimli kullanarak, gerçek bir tehdit olmayan bölgelerden çekilecek... Artık Avrupa kıtasında bir tehdit olmadığından hareketle, askeri gücünü Pasifik ve Asya'nın doğusuna yönlendirecek. Ortadoğu'da da daimi varlığını hissettirecek... Bu saptamaların ışığında, önümüzdeki dönemde Türkiye-ABD ilişkilerinin, gerek Ortadoğu'nun istikrarı, gerek enerji nakil hatları sisteminin kalıcı bir duruma gelmesi açılarından derinleşeceğini ve yoğunlaşacağını düşünmek yanlış olmaz.
Bunun paralelinde, AB'deki Amerikan varlığının hafiflemesi, ABD'nin Türkiye-AB ilişkilerinde daha da az ağırlığa sahip olacağı anlamına gelir mi? ABD desteği, geçmişte Türkiye'nin AB ile olan ilişkilerinde elini güçlendirdi mi? Bu iki soruya olumlu yanıt verilebilir... Ne var ki, Türkiye'nin AB üyeliği, temel olarak Türkiye ve AB'nin birlikte karar verecekleri bir durum...
Başbakan'ın son Almanya gezisi, Türkiye'nin uzun zamandır AB sorunlarında inisiyatifi ele aldığı ilk adım oldu. Eğer AB ülkeleri, başta Fransa ve Almanya, buna olumlu bir yanıt verebilirlerse, işlerin daha "ortaklık" anlayışına doğru gitmesi muhtemel gözükecektir.
AB ile Türkiye ilişkilerinin gene durgunluğa itilmesi ise, Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya'da, AB'nin yapıcı bir ağırlığının olmayacağı bir Türkiye- ABD ittifakını işaret ediyor olabilir. 2013, tüm bu beklentiler ışığında, gelecek on yılların kurgulanacağı bir sistemin ilk uygulamalarını göreceğimiz bir yıl olmaya şimdiden aday gözüküyor. Türkiye'nin bölgesel güç olması, ABD'nin oluşmaya başlayan genel stratejisine çok ciddi katkı yapacaktır.