Batı Avrupa toplumlarında yeni ve tehlikeli bir gelişme var. Norveç'te geçen yıl Breivik'in gerçekleştirdiği katliamdan sonra, bu kez Fransa'da kamuoyu seri cinayetlerle sarsıldı. Montauban ve Toulouse'da önce paraşütçü birliğine mensup üç Kuzey Afrika kökenli asker, daha sonra iki küçük çocuğuyla okulun kapısında bekleyen Musevi bir öğretmen katledildi. Polis, son derece büyük bir seferberlik ilan ederek katilin izini sürdü ve buldu, ancak canlı olarak ele geçiremedi.
Her iki olayda da, katiller yalnız hareket eden psikolojik dengesi tamamen kaybolmuş genç kişiler. Her iki olayda da, hedef alınan kitle "başkalaştırılmış" olarak görülen azınlık mensupları...
AB ülkelerinde, 1930'lu yıllarda olduğu gibi ucuz üniformalar giyen faşist milislerin iktidara aday olabilme imkânı yok. Bu tür marjinal neo-nazi partiler var ancak hiçbiri iktidar mücadelesi verebilecek güç ve potansiyele sahip değil.
Terör hareketleri de, 1970'li yılların kent terörünü andıran, Alman Baader-Meinhof fraksiyonu ya da İtalyan Kızıl Tugayları gibi belirli bir ideoloji çerçevesinde örgütlenen bir yapıda değiller. Bu tür bir terörist örgütlenme, zaten var olan güvenlik sistemleri aracılığıyla daha oluşma aşamasındayken engellenebiliyor.
Bugün tehlike, "yabancı düşmanlığı ve ırkçılık" kokan bir üslubun çoğu zaman AB'deki muhafazakâr kitle partilerince benimsenmesinde yatıyor. AB ülkeleri kamuoyu, eskiden son derece "adaba aykırı" addedilen "yabancı düşmanı" düşünceler ve olumsuzluklarla besleniyor. Bir zaman sonra, AB'de var olan göçmen nüfusun bir şekilde geri gönderilmesi, toplumun temel sorunlarından biri olarak kabul görmeye başlıyor.
Bu aşamada devreye örgütlü bir terör sistemi girmiyor. Toplumun çeperinde yalnız yaşayan psikopat herhangi bir kişi, durumdan vazife çıkararak gidip bir katliam gerçekleştirebiliyor. İşlediği cinayet, New York'ta İkiz Kuleler'e saldırı örneğinde olduğu gibi büyük bir suikast şeklinde olmuyor. Toplum olarak en fazla üstüne titrediğiniz semboller bir cinayete kurban gidebiliyor. Bu semboller kışladan çıkan silahsız üç genç asker olabiliyor, sosyal demokrat partinin yaz kampına giden çok genç insanlar olabiliyor; en ağırı da, okula götürülen küçücük çocuklar ve onların ebeveyni olabiliyor.
Her toplumda bu tür olaylar, kamuoyunu çok derinden yaralar ve yanlış yönlendirilirse çok ağır tahribata yol açabilir. Fransa'da son suikast El-Kaide'den ilham alan meczup bir katil tarafından gerçekleştirildi. Bu zaten çok ciddi moral baskı altında olan Müslüman kesimin daha da içe kapanmasına yol açacak. AB'de en büyük Müslüman azınlık Fransa'da yaşıyor. Mütemadiyen AB'nin Müslüman bir ülkeye açık olmadığını vurgulayan Sarkozy ve parti yöneticileri, toplumun nasıl bir gerilim içine itildiğini acaba anladılar mı?
Yapılması gereken, Fransa'da siyasal sınıfın merkez ve sol yelpazesinde yer alan siyasetçilerin büyük ölçüde yapmaya çalıştığı gibi, bu tür cinayetlerin sorumlusunun, her ne düşünceden ilham alırsa alsın, bir katil olduğunu ve hiçbir azınlığın bu yüzden "başkalaştırılmaması" gerektiğini vurgulamaktır. Bu vurgu, sadece cinayet işlendiğinde değil, siyasi yaşamın her evresinde yapılmalı, göçmen kökenli azınlıklar günah keçisi olarak hiçbir zaman gösterilmemelidir. Bu çok ciddi bir sorundur ve AB'nin demokratik, barışçı geleceği bu sorunu çözmesine bağlıdır.