Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

AB'de değişim ihtiyacı...

Avrupa Birliği, 2004 ve 2007'deki beşinci genişlemeyle üye yaptığı ülkelerle giderek daha fazla sorun yaşamaya başladı. Bulgaristan'da yolsuzluklarla mücadele edilemediği gerekçesiyle yapısal fonların ödenmesi askıya alındı. Romanya'da aynı yolsuzluk sistemi, rejime iyice nüfuz etmiş olduğundan aynı uyarılar yapıldı, ancak ciddi sonuç alınamadı. Macaristan, Victor Orban'ın açık farkla kazandığı seçimler sonrasında giderek temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan bir sürece girdi. Bu konuda yapılan tüm uyarılara Macar hükümeti ters tepki verdi, şimdilerde ifade özgürlüğü ile ilgili kısıtlayıcı yasaların değiştirilmesi için AB, Macar hükümetine bir aylık süre tanıdı. Brüksel, bu sürenin sonunda düzelme olmazsa İnsan Hakları Divanı'na başvurmayı düşünebilir. Böylesi bir gelişme, AB'yi kendi içinde başka bir krize taşıyacaktır.
Diğer yandan, Yunanistan'daki ekonomik fırtına dinmek bilmiyor. Altı ayda bir, ciddi iflas tehlikesinin kenarından dönülüyor. Geçtiğimiz perşembe akşamına dek tüm AB siyasi yetkilileri, nefeslerini tutarak Yunan tahvillerinin takas sonucunu bekledi. Takastan kasıt, Yunanistan'ın ödeyemeyeceği bazı borçlarının tahvil sahiplerince sineye çekilmesiydi...
Bu tür bir borç silinmesini ancak bir kez yapabilirsiniz, bir daha da kimse sizin tahvillerinizi satın almaz. Yunanistan, bu engeli aşabildi ancak önümüzdeki en az on yıl boyunca, tümüyle AB finansmanına bağımlı hale geldi. Kendi başına borçlanması da mümkün olmayacak.

AB'yi kim yönetiyor?

AB, büyük ekonomilerin küçükleri yönlendireceği bir hegemonik sistem değil. Neredeyse isteği hilafına AB'nin liderlik koltuğuna oturan Federal Almanya, liderliğe siyasi açıdan hazır değil, finansal açıdan ise çok ciddi biçimde endişe duymaya başladı. Brüksel'de yirmi yedi üye ülkeyi yönetebilecek güçte bir merkezi yapılanma bulunmuyor. Şimdiki yapı ise, giderek bir "çok başlılık" görüntüsü vermeye başladı.
2009'da Lizbon antlaşmasıyla yapılan yönetim reformuyla AB Konseyi'nde daimi bir başkanlık, Komisyon'da da dışişlerinden sorumlu bir başkan yardımcılığı oluşturuldu. Herman Van Rompuy ve Catherine Ashton bu görevlere ilk atandıklarında kimse bu iki kişinin AB'yi ciddi biçimde temsil edebileceğine inanmıyordu. Oysa zamanla bu makamların ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı. Giderek dönem başkanlıklarının önemi azalıyor, Brüksel'deki bürokrasinin işlevi artıyor.
Bugün AB'nin temel sorunu, çok fazla üye ülkeye aynı elbiseyi giydirmeye çalışması... Oysa bu üyelerin bir kısmının, AB koşullarında "işleyen demokrasi" tanımına dahi tam uymadıkları görülüyor.
AB'nin mihver gücü olarak görülen Fransa ve Almanya, AB'yi yönlendirmekte ve tüm üyeleri yeknesak hale getirmekte çok zorlanıyorlar. Güney Kıbrıs'ın, uluslararası tüm girişimleri sabote etmesine rağmen hâlâ Türkiye'nin önünü tıkayabilmesi, ancak AB içindeki bu yönetişim zafiyetiyle izah edilebilir.
Yakın zamanda Fransa'da gerçekleşmesi muhtemel bir iktidar değişikliği, AB içindeki reform sürecini hızlandırabilir mi? Belki tek başına Fransa değil ama tüm dünyadaki konjonktürün çok hızlı biçimde değişmesi AB sisteminin bir an önce reforme edilmesine yol açabilir. Kesin olan tek husus, var olan sistemin AB ülkelerini daha fazla taşıyamadığı... François Mitterrand'ın 1985'te telaffuz ettiği, Jacques Delors'un da arzuladığı "değişik geometrili Avrupa" gerçekleşebilir mi? Gerçekleşirse Türkiye için bu yeni bir ufuk açabilir mi? Gelişmeler o yöne gidildiğini gösteriyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA