Bazı dokümanlar, bazı konuşmalar, yerinde ve zamanında yapıldığında gündem yaratır. 1997'den beri Türkiye ile AB'nin ilişkilerinde bir yıllık değerlendirme unsuru olan İlerleme Raporları, artık bu işlevlerinin sonuna gelmiş gibi görünüyor. Neredeyse her sene adet olduğu üzere, AB Komisyonu'nca basına sızdırılan İlerleme Raporu taslağı, ciddi bir haber olarak kamuoyunda geçmiş yıllara göre çok daha az yankı bulabildi.
Rapor, her şeyden önce, Türkiye'de güneşin altında her ne olduysa onların listesini çıkarıyor. Bir İlerleme Raporu'nun işlevi zaten genel bir değerlendirme yapmak ve ayrıntıların üzerinden gitmektir denebilir. Upuzun listeler halinde sorunları tekrarlamak, gelişme gösteren ve çözüme uzanan az sayıda unsuru buna eklemek, sonucunda da Türkiye'nin yapması beklenenlerin tekrarlandığı bir değerlendirme yapmak... Bu tür bir yaklaşım, artık miadını doldurmuş bulunuyor.
Neden mi? Her şeyden önce, AB ülkeleri eski dönemlerin ülkeleri değil. Bugün Bulgaristan'ın Romanya'nın, Yunanistan'ın üye devlet olduğu bir AB; aday ülkeden ne isteyebilir? Bulgaristan gibi şeffaf, Romanya gibi yolsuzluklardan uzak, Yunanistan gibi ulusal muhasebesi açık ve temiz olmasını mı? Türkiye'de kamu yönetiminde şeffaflıktan dem vururken, Fransa'da Cumhurbaşkanı'na kadar uzanan Afrika kredileri skandalı mı örnek alınmalı? Üyelik müzakereleri, mutlaka bir sorun arayıp, onu bulup, ondan sonra da yıllarca aynı sorunu raporlara yazmak ile sürdürülebilecek bir süreç mi?
Müzakerelerden ne anlıyoruz?
Üyelik müzakereleri, aday ülke ile AB arasında son derece dengesiz, son derece asimetrik bir sistemde yürütülür. AB hem hâkim, hem savcı, hem jüri konumundadır, aday ülke de kendini beğendirmek için öne sürülen koşulları mümkün olduğunca kısa sürede yerine getirmeye çalışır.
Uluslararası ilişkilerde, bu kadar dengesiz bir ilişki, ancak kısa sürmesi halinde ve tarafların karşılıklı siyasi iradelerini olumlu kullanmaları durumunda olumlu sonuçlar verebilir. Verebileceği yegâne olumlu sonuç da müzakerelerin üyelikle sonuçlanmasıdır.
Türkiye'nin durumunda olduğu gibi, müzakereler bir çıkmaza itilirse, yeni müzakere başlıkları açılmazsa, müzakere sürecinde siyasi iradenin olumlu bir rol oynadığından bahsedilemez. Bu tür müzakereler, ilelebet sürecek bir statü oluşturmaya hiçbir şekilde müsait değildirler. Bilakis, ilişkilerin giderek gerilmesine ve bozulmasına yol açarlar.
Şimdi ne yapmak gerekir?
AB, Türkiye ile olan müzakereleri bir biçimde sürdürmek istiyor, bunları kesip atabilecek bir irade üye devletlerin büyük bölümünde destek bulmuyor. Yakın bir gelecekte böyle bir iradenin oluşması da pek mümkün görünmüyor. Ancak süreç giderek "üyelik hedeflemeyen üyelik müzakereleri" gibi bir çıkmaza dönüşme tehlikesi yaratıyor. Böylesi bir süreci yönetmek de, raporlamak da giderek anlamsızlaşıyor. Medyaya sızan rapor, olumsuz değil, ancak olumlu yönleri Türkiye'ye yeni başlıkların açılması olarak geri dönmediği sürece de bütün raporlama egzersizi anlamını yitiriyor.
AB bir an önce, İlerleme Raporlarında "Güney Kıbrıs Rum Kesimi'ne limanları açın" dayatmasından vazgeçerek, ilişkilerimizi daha ciddi sürdürebileceğimiz bir platform bulmak mecburiyetiyle karşı karşıya... Bunu yapacak ya da önerecek olan Türkiye değil, AB'nin kendisi... AB'nin geçmişte yaptığı tüm yanlışları "oldu bir kere" havasına sokarak, kendi yarattığı tıkanıklıklar için Türkiye'den çözüm bulmasını istemesi de anlamlı değil... GKRY, AB üyesi yapılmış olabilir; bu durum GKRY'nin Rusya ile son derece karanlık ilişkiler içinde olmasının, hatta bununla övünmesinin, "AB üyesi devlet" olduğu için hoş görülmesi gerektiğine işaret edemez.
Nasıl ki geçen hafta AB'nin hızla yeni bir yapılanmaya ihtiyaç duyduğunu söylediysek, bu yeni yapılanmanın Türkiye- AB ilişkilerini de kapsayacak yeni bir boyutu olması gerektiği giderek daha fazla belli oluyor.
tulu.