Bütün manşetlerde, bütün haberlerde İsrail var. Bunun nedeni, tabii ki içinde bulunduğumuz kriz durumu... Ancak asıl nedeni de İsrail ile Türkiye ilişkilerinin başka herhangi bir ilişkiye benzemiyor olması. İsrail kurulduğu andan itibaren, Türkiye Cumhuriyeti'nin hem diplomatik hem de kamuoyu desteğini aldı. İlişkilerin en sorunlu dönemlerinde bile bu hassas dengeler bozulmadı... Türkiye, PKK ile mücadelesinde, özellikle 1990'lı yıllarda, çok ciddi bir silah ve teknoloji edinme sorunuyla karşı karşıya kaldı. Terörle mücadelede, sıkıyönetim ve Olağanüstü Hal dönemlerindeki anti demokratik uygulamalar yüzünden, ABD de dahil olmak üzere müttefik ülkelerden NATO standartlarında teçhizat ve silah alımında büyük sorunlar yaşadık. Bu dönemde, Türkiye ile İsrail arasında doğal bir yakınlaşma, bir tür bir kader birliği oluştu. Kimi silahları İsrail'den temin edebileceğimiz düşüncesi ortaya çıktı. Türkiye de, İsrail de rejimleri demokrasi olan, anti-demokratik rejimlerle çevrili, daimi biçimde terör saldırılarına maruz kalan, terörün çevredeki ülkelerce desteklendiği bir ortamda yaşadılar. Bu benzer ortamlarda yaşama hali, hem iki ülkenin birbirini daha iyi anlamasına, hem de büyük ölçüde BM ve AB kaynaklı baskılara göğüs germeyi öğrenmesine yol açtı.
İttifakın objektif temelleri
İsrail, Türkiye'ye nazaran çok önemli bir koza sahipti, ABD'nin hiçbir zaman eksilmeyen koşulsuz desteğini daima arkasında hissetti. Türkiye'nin silah alımı konusunda ABD Kongresi ile son derece yıpratıcı ilişkiler içinde bulunduğu dönemlerde, İsrail ile olabilecek bir ittifakın yaratacağı fırsatlar iyice belirginleşti. İki ülke arasında giderek gelişen askeri ve ticari ilişkiler olabilecek en üst noktaya taşındı. Savunma sanayiinde imzalanan işbirliği anlaşması, birçok açıdan bir dönüm noktası oluşturdu. Türkiye ile İsrail'in ilişkileri bu anlaşmadan sonra giderek daha fazla gelişti.
Askeri alanda, İsrail hava kuvvetleri Türkiye'nin tanıdığı imkânlarla Konya ovasında kendi hava sahalarında yapamayacakları büyüklükte manevralar yapabildiler. Tank modernizasyonu projesi çerçevesinde zırhlı birliklerin çok ciddi İsrail teknolojisinden destek almaları da önemli bir aşama oluşturdu. Bugün hâlâ PKK saldırılarında en önemli savunma enstrümanlarından biri olan insansız hava araçları, İsrail tarafından kiralanıyor ve işletiliyor. Bu kadar iç içe geçmiş bir ilişkinin bir anda kopması mümkün değildi, zaten bir anda da kopmadı.
İlişkiler nasıl bozuldu?
İlk işaretler, Lübnan savaşı öncesi yaşandı. Başbakan Erdoğan, kaçırılan İsrail askeri Gilad Şalid'in bulunması için aracılık yapmayı önerdi, dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert bu arabuluculuğu gayriresmi biçimde kabul etti fakat İsrail ordusu, söz verdiği üç günlük süreyi beklemeksizin saldırıya geçti. İsrail'in ciddi biçimde başarısız olduğu ilk savaş, Lübnan'da Hizbullah'a karşı yürüttüğü savaştır. Karşısında düzenli ordu bulamayan İsrail askerleri, zaman zaman Hizbullah militanlarıyla çarpışmak için sivil asker ayrımı yapmadılar ve çok büyük bir sivil zayiat oldu.
Bu insani faciadan sonra ilişkilerin gerçek kopma noktası, Gazze'ye yapılan ve tüm dünyayı ayağa kaldıran İsrail saldırısı oldu. Saldırı sonrası Türkiye, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan aracılığıyla Davos'ta çok şiddetli bir tepki vererek, bir anda tüm dünya kamuoyunun bütün dikkatini çekti.
Mavi Marmara, giderek kötüleşen ilişkilerin İsrail hükümetinin basiretsizliği sayesinde vardığı büyük felaket noktasıdır. Türkiye ve ABD, ciddi bir kriz yönetimi oluşturarak, itidal ve esneklik göstermeyi başardılar. Türkiye, özür ve tazminat konusunda ilkeli bir tutumdan geri adım atmadı, ancak tüm diplomatik kanalları açık tuttu. Ne var ki İsrail'deki milliyetçi akım ve hükümetteki temsilcileri, bütün süreci sabote ederek bugünkü tıkanma noktasına getirebildiler.
Bugün sorun, ABD, Türkiye ve İsrail'in sorunu olmaktan çok, Tea Party, Lieberman ve aşırı sağ, ırkçı akımların yarattığı bir sorundur. BM raporunu sızdırarak ABD Dışişleri Bakanı Clinton'un tüm saygınlığını ortadan kaldıran siyasi güç, Türkiye/İsrail ilişkilerini de daha kötüye itmeye çalışmaktadır. Buna karşı yapılacak olan, bütün diplomatik kapıları açmış olan ve hâlâ da açık tutan Türk hükümetini eleştirmek değil, yaşananlara doğru teşhis koyabilmek ve bu konuda ulusal bir tavır oluşturmaktır.