Hepimiz Dominique Strauss- Kahn'ın başına gelenleri televizyonlardan neredeyse dakikası dakikasına izledik. Çoğumuz ABD adalet sisteminin katılığını, eşitçiliğini hayretle gördü. Büyük jüri önüne çıkartılana kadar tutuklu kaldı, şimdi tutuksuz yargılanacak. Ancak bu hiç beklenmedik ve çarpıcı gelişmeler, hem IMF Başkanlığı koltuğunun boşalmasına yol açtı, hem de Nicolas Sarkozy'yi cumhurbaşkanlığı seçimlerinde en tehlikeli rakibinden kurtardı.
IMF Başkanlığı, bugün itibarıyla, tarihte belki hiçbir dönem olmadığı kadar önemli bir işlev üstlenmiş bulunuyor. Giderek küreselleşen dünyada, IMF gerçek anlamda çok taraflı ve önemli bir kuruluş haline geldi.
Bu kuruluşun başına geleneksel olarak bir Avrupalı getirilir, Dünya Bankası'nın başına da bir ABD'li atanır. Bugüne kadar sorunsuz giden bu denge sistemi, Strauss-Kahn'ın istifasıyla tartışmaya açıldı. Dünya ekonomisinde giderek önemli bir yer alan yükselen ülkeler, Brezilya başta olmak üzere kendilerine daha yakın bir aday arayışında oldular.
Kimin bu göreve getirileceği belli değil, ancak ilk aday Fransa'dan bir bakan, Christine Lagarde, ikinci sırada ise Kemal Derviş bulunuyor. Uluslararası bir kuruluşun başkanlığına, ilk kez bir Türk ciddi olarak aday gösteriliyor. Bundan önce iki dönem için Türkiye, BM Güvenlik Konseyi üyeliği üstlendi, tarihinde ilk kez üstlendiği bu görevde son derece dinamik bir performans sergiledi ve şimdi yeni bir dönem için tekrar adaylığını koymuş bulunuyor.
Türkiye neden gündemde?
Bütün bu gelişmelerin ortak paydası, aslında sıklıkla atladığımız önemli bir nokta: Türkiye, kabul edilebilir bir demokratik yapıya sahip oldukça ve sahip çıktıkça, uluslararası düzeyde oynaması gereken rolü oynayabiliyor. Bu gelişme, kişilerden ve olaylardan bağımsız bence... Demokratik işleyiş, şeffaflık, hesap verebilirlik bu toplumun giderek derinliklerine nüfuz eden ilkeler haline geliyor. Geldikçe de, eski usul soğuk savaş artığı anti-demokratik yapılanmalar ve uygulamalar iyice sırıtıyor, toplum tarafından iyice reddediliyor.
Bu gelişmenin temelinde iki önemli unsur yatıyor: Birincisi, küreselleşme ve Türkiye'nin bu küreselleşmeye AB hedefi çerçevesinde uyum sağlayacağı bir program; ikincisi ve belki de en belirleyicisi, uzun, istikrarlı ve bu konuda kararlı bir siyasi iradenin varlığı.
Bugünkü seçim tartışmalarının gürültüsünden bir adım geriye atar, son dokuz yılda yaşananlara daha geniş bir perspektiften bakarsak, Türkiye'de toplumda ve üstyapıda inanılmaz bir gelişme olduğunu teslim etmek bir zorunluluk haline gelir. Çok uzun yıllardır sorulmamış, sorulamamış bazı soruların bugün neredeyse hep birlikte gündeme gelmesinin nedeni de, aslında gündeme gelebilecek bir demokratik ortam bulabilmeleri...
Demokratikleşmenin yolu
Toplumun geniş bir kesimi, bunu anlıyor ve bu gelişmeye, istikrara ve siyasi iradeye destek veriyor. Ancak demokrasimizin standartlarını yükseltmek konusunda o kadar geriden başladık ki, ne kadar güçlü olursa olsun, tek bir siyasi hareketin bütün bu değişimin üstesinden kısa sürede gelmesi mümkün görünmüyor. Demokratik işleyişin daha da iyi, daha da çağdaş düzeye gelmesinin toplum tarafından ne kadar arzu edildiği, referandum oylamasında daha da bariz biçimde ortaya çıktı. Bu dip dalgasına karşı durmaya çalışan siyasi hareketler de, kendilerini tekrarlamanın ötesine gidemeyen bir retoriğe hapsoluyorlar.
Oysa bugün demokrasi için mücadele, seçim arifesinde siyasi partilerin birbirlerini suçlamalarıyla, anti demokratik yapılanmaların sorumluluğunu birbirlerinin üstlerine atmalarıyla gerçekleşecek bir mücadele kesinlikle değil. Türk siyasi elitinin, bu gerçeği anlaması ve kısa vadeli siyasi beklentiler için demokratik standartların düşüklüğünü diğer partilerin sorumluluğu gibi göstermekten vazgeçmesi gerekiyor.
Bunlar yapılmazsa ne olur? Türk toplumu gene seçmen tercihi doğrultusunda istikrarı, küreselleşmeyi, şeffaflığı hedef almayı sürdürür, ama zaman ve zemin kaybederiz. Bugün vardığımız noktaları bile arar hale gelebiliriz. Türk toplumu için en büyük tehlike içine kapanma, dış düşman arama tehlikesidir. Seçmen de bunun farkında ve sağlıklı bir tepki veriyor. Siyasi elit de bu durumu anlarsa çok daha seviyeli seçim dönemlerini birlikte yaşarız.