Türkiye, Avrupa ülkelerini giderek daha fazla ilgilendiriyor. Arap dünyasını sarsan sosyal hareketler, bunlara karşı nasıl bir tavır belirlenmesi gerektiği, AB ülkelerinde giderek daha fazla Türkiye'nin ne yaptığına bakmak ihtiyacı doğuruyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Avrupa Konseyi gezisi, bu gezi esnasında Strasbourg'da yaptığı konuşma, bir anda gerek iç politikada, gerek uluslararası politikada bu nedenle gündemde kendisine yer buldu.
Başbakan, Strasbourg'da Parlamenterler Asamblesi karşısında yapacağı konuşmada önemli iki mesaj vermeyi hedeflemişti. Son derece hassas bir dikkatle ve dengeler gözetilerek hazırlandığı belli olan yazılı metinde, "medeniyetler çatışması değil, medeniyetler buluşması" boyutu öne çıktı. Son gelişmeler çerçevesinde bu mesajın verilmesi elzemdi. Başbakan, Haçlı seferlerinin, o güne dek birbirleriyle ciddi ilişki içinde olmayan Hristiyan ve Müslüman dünyaların birbirleriyle tanışma, bilgi değiş tokuşu yapma gibi son derece önemli bir yönü olduğunu ileri sürdü konuşmasında... Böylelikle, son dönemlerde Avrupa Birliği'nin başarısını, kimi dini referanslara bağlamak isteyenleri önemli bir karşı tezle göğüsledi. Ardında, AB'nin "laik ve demokratik" yapısını hatırlatarak, bu iki unsurun ne kadar birbirinden ayrılmaz olduğunu vurguladı.
Başbakan'ın konuşması, Avrupa Birliği'nin evrensel değerlerine önemli vurgular yapan, uluslararası sorunları güç kullanımına gitmeden çözmeyi öneren kısa, dolu ve özlü bir konuşmaydı. Bu yönüyle alkış da aldı ve toplantı bu aşamada sona erseydi, tartışmalar Başbakan'ın verdiği mesajlar etrafında yapılacaktı. Ancak sıra soru/cevap kısmına geldiğinde, her parlamento tartışmasında olduğu gibi mesajların yerini sloganlar aldı. Parlamenterler Asamblesi'nde, Türkiye'yi sıkıştıracak sorular sorulacağı belliydi. Gerçekten de soruldu, özellikle Ermenistan, gazeteciler ve Ergenekon davası ile ilintili konularda Başbakan'a sert sorular yöneltildi. Ancak son derece önemli sorular da soruldu, özellikle Lordlar Kamarası temsilcisi Earl of Dundee, Başbakan'a Kuzey Afrika'da yaşanan krizle ilgili adeta yön göstermesini isteyen bir soru yöneltti.
Samimi görüş almak amacıyla, sorulan soruların yanı sıra, provokasyon amacıyla sorulmuş sorular da vardı. Başbakan bu sorulara alışılagelmiş diplomatik üslubu bir yana koyarak, duyduğu sıkıntıyı ifade eden sert cevaplar verdi ve bir anda Türkiye'de medya, Başbakan'ın cevaplarının üslubuna odaklandı.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi tartışmalarına alışık olan Fransız medyası, bu hadisenin üslup ve tartışma boyutu üzerinde durmadı, sadece hiç bir yerde adını telaffuz etmediği halde Recep Tayyip Erdoğan'ın Nicolas Sarkozy'i kastederek ciddi eleştirilerde bulunduğunu not etti. Bizim gündemimiz ise, ikinci bir "one minute" çıkışı yakıştırmalarından, "AB ile ipler kopuyor mu" sorusuna kadar değişen bir yelpazede değerlendirmelere yol açtı.
Başbakan'ın sert çıkışları, Türkiye'nin sabrının sınırına geldiğini AB ülkelerine gösterebilirse, yaşanan siyasi heyecan hedefine ulaşmış olacak. İyice sürüncemeye girmiş olan, çıkmaza sokulan durumlarda keskin ve sert bir çizgide durmak, gelişmeleri yeni bir yörüngeye oturtmak için bir fırsat olabilir... Tabii bu tür bir sürtüşmeden AB ile iplerin kopacağı ya da müzakerelerin askıya alınacağı gibi sonuçlar çıkarmak son derece aceleci ve iç politikaya yönelik değerlendirmeler olmanın ötesine gitmez.
Başbakan'ın Avrupa Konseyi gezisi, Strasbourg'da Türk işçilerle yaptığı toplantı açısından da son derece önemli bir başka boyut da içeriyordu. Fransa'da Türk kökenli göçmenlerin en yoğun yaşadığı bölgelerden biri olan Alsace'tan ve Almanya'nın Batı eyaletlerinden gelen binlerce kişi bu toplantıya katıldı. Gerçek bir siyasi miting havasında cereyan eden ve Tayyip Erdoğan'a çok büyük destek verilen bu buluşma, Avrupa Türk'lerinin kendilerine sahip çıkıldığının farkına varmaları sayesinde son derece samimi bir atmosfere sahip oldu. Burada çok önemli bir gelişme, Avrupa'daki Türk diasporasının kendisini, Başbakan ile oluşturulan ilişkilerle tanımlamaya başlamış olması olgusudur. Bunun önemini gelecek yıllarda çok daha iyi göreceğiz.
Bütün bu gelişmeler, Türkiye'nin çok çeşitli boyutlarda Avrupa ülkelerinde ve dış platformlarda inisiyatif alabildiğini ve baskı uygulayabildiğini gösteriyor. İçe dönük, edilgen, gündemi kovalayan Türkiye giderek yok oluyor, girişimci, tartışabilen, inisiyatif alan ve gündem yaratan bir Türkiye, kamu yönetimi ve sivil toplumuyla kendine uluslar arası düzeyde bir yer oluşturuyor. Başbakan'ın son çıkışını bütün bu gelişmelerin simgesi olarak görmek doğru olacaktır.