Ne zaman uluslararası düzeyde ciddi bir kriz çıksa, Avrupa Birliği bunu bir kâbus gibi yaşıyor. Giderek daha artan biçimde, AB üyesi ülkeler, uluslararası sorunlar karşısında ortak hareket edemedikleri için kendi başlarına hareket etme alışkanlığı kazanmaya başladılar. Libya olayında bunu açıkça ve kim bilir kaçıncı kez bir daha gördük.
AB bütünleşme süreci açısından, bu son derece tehlikeli bir gelişmeye işaret ediyor. AB, var olan ekonomik ve parasal birlik sistemi üzerine, giderek daha fazla uyumun sağlanacağı iki ayrı boyut düşünmüştü. Bunlardan birincisi dış ilişkiler ve güvenlik açısından mümkün olabildiğince yeknesak bir politika oluşturmaktı. İkincisi ise Adalet ve İçişlerinde artırılmış bir işbirliği altyapısına kavuşmaktı.
İçişlerinde, giderek artan biçimde AB ülkeleri arasında bir uyum sağlanabildi. Bunu görmemek gerçekten haksızlık olur. Adalet sistemleri de, her ülke için çok ciddi değişiklikler gösterseler bile, suçluların iadesi gibi kimi aksaklıklar da büyük ölçüde giderildi ve uyumlu biçimde çalıştırılabiliyorlar.
Konu dış ilişkiler ve güvenlik sorunlarına gelince, gerçek bir karmaşa yaşanıyor. Bunun yapısal ve kalıcı nedenleri bulunuyor...
NATO dışında Avrupa savunması yok
Yapısal boyut, 1945'ten itibaren önce Batı Avrupa'nın, şimdilerde de tüm Avrupa kıtasının güvenliğinin, ABD'nin egemen olduğu Atlantik ötesi bir askeri ittifakla sağlanıyor olmasında yatıyor... AB üyesi ülkeler, geçmişlerinde neredeyse her biri kendi başına imparatorluklar kurmuş olmalarına rağmen, bugünün dünyasında dış siyasette tek başına hareket etme yeteneklerini büyük ölçüde yitirmiş bulunuyorlar.
Soğuk savaş bitince, NATO'nun da ana işlevi bitti, bu doğru. Ancak NATO bitmedi, hattâ dünyada kullanılabilecek yegâne operasyonel askeri güç haline geldi ve değişen bu işlevi, AB ülkelerinin güvenlik ve dışişleri politikalarında uyum sağlanmasını iyice zorlaştırdı.
1990'da patlayan Körfez savaşına tüm dünya destek vermişti, dolayısıyla AB içinde herhangi bir çatlak söz konusu olmadı. Aksine o döneme kadar yurtdışına herhangi bir silahlı kuvvet yollamakta son derece tedirgin ve isteksiz davranan Federal Almanya, hava kuvvetlerinin Türkiye ve Suudi Arabistan'da konuşlandırılmasını kabul ederek son derece önemli bir adım atmıştı.
Sorun 1992 Bosna katliamı ve trajedisinde ortaya çıktı. ABD yönetimi, bu sorunun AB tarafından halledilmesi gerektiğini söyleyerek inisiyatifi AB ülkelerine bırakmıştı. AB içinde de büyük bir kamuoyu ve medya baskısı, acil bir askeri operasyon yapılması yönündeydi. Ne var ki AB, o dönemde ortak bir karar almayı başardı başarmasına, ancak bu karar herhangi bir operasyon yapılmaması, sadece ambargo uygulaması yönündeydi. AB ülkelerinin bu aymazlığını Boşnak halkı ödedi, yaklaşık iki yüz bin sivil öldürüldü, iki milyon kişi evinden barkından oldu, bütün bunlar da, neredeyse yükselen dumanların AB sınırlarından görülebildiği bir mesafede cereyan etti. Neden sonra gönderilen askeri birlikler, savaşa girme emri almayınca Srebrenica katliamı türü insanlık utançları da yaşandı. Bosna trajedisinden sonra bir daha kimse, AB'nin inisiyatif almasını gündeme getirmedi, AB o tarihten bu yana hiçbir zaman tutarlı bir dış siyasete sahip olamadı. Irak savaşı gibi kriz dönemlerinde, siyaseten nerede ise ortadan ikiye bölündü.
Herkes kendi başına mı?
Başkan Sarkozy'nin önce Gürcistan- Rusya savaşında, şimdi de Libya krizinde tek başına hareket etmek istemesi, AB'nin bu dış siyaset üretmedeki yapısal sorunundan kaynaklanıyor. Fransa ile Almanya'nın ikili bir ekonomik ve siyasi güç oluşturması, AB tarihinde başlangıç noktası olarak kabul edilir. Bugün, dış politika konusunda her iki ülke de bambaşka perspektiflere sahip görünüyor. Ancak ortak görüşe sahip oldukları dış politika konularında da başarılı değiller. Buna örnek olarak Türkiye'yi verebiliriz.
Avrupa'da 2007'de kurulan, bağımsız ve saygın bir pan - Avrupa düşünce kuruluşu olan ECFR (Dış İlişkiler için Avrupa Konseyi), 2010 yılı değerlendirmesini yayınladı. Bu ilginç raporda, AB'nin dış siyasette attığı adımların çok ayrıntılı bir değerlendirmesi var. İlginç biçimde AB'ye "not" verilmiş. En düşük notları alan dört konu var: Türkiye ile olan müzakere süreci, Türkiye üzerinden Güney Kıbrıs sorununu halletme girişimi bunların ilk ikisi. Diğerleri de Çin Halk Cumhuriyeti'nde insan hakları gibi konuları kapsıyor. AB'nin dış siyasette biraz manevra alanı yaratabilmesi için hazırlanan Lizbon antlaşması da başarısız olmuşa benziyor. AB açısından bu denli istikrarsız bir performans, dış ilişkilerde sürdürülebilir bir sistem oluşturulmasını engelliyor. Bu Türkiye açısından çok iyi bir haber değil, ancak AB açısından daha da kötü bir gelişme. Bu konuda AB ülkelerinde önemli bir yaklaşım değişikliği gerçekleşmesi gerekecek. İşimiz zor, ancak uluslararası durum o kadar hızla gelişiyor ki, AB'nin bu istikrarsızlığını devam ettirebilecek zamanı da kalmamış bulunuyor.