Bugün "Avrupa Birliği içinde eksik olan ne?" sorusunu neredeyse herkes birbirine soruyor. Cevabını bulmak da çok kolay değil. AB, tarihi başarısının nedenlerini başka yerlerde aramaya başladığından bu yana, bu cevabı bulmak daha da zorlaştı.
Geçenlerde Fransa'nın en prestijli ve en eski merkez sol siyaset dergisi le Nouvel Observateur'de, Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış'ın bir deklarasyonuna atıf yapılarak, "AB insanlık için en büyük barış projesidir" sözünün altı çizilmiş, bu tür gerçekleri daha sık hatırlamanın daha iyi olacağı yorumu yapılmıştı.
Belki de gereksinim duyulan yaklaşım bu olabilir. AB, bugünlerde eski başarısının esiri olmuş bir biçimde, içine düştüğü krizi anlamakta zorlanıyor. Euro bölgesinde daha ciddi bir krizi engellemenin yolları dışında herhangi bir şeyden pek bahsedemiyor.
Tek para kullanımı ile bir anlamda kader birliği yapan ülkeler, temel olarak bağımsız birer ulus-devlet olarak kaldılar. Diğer bir deyişle AB, herhangi bir devletlerüstü kontrol mekanizması oluşturmadı, bunu her üye devlet, demokratik yollarla kendi yapmayı üstlendi.
2008 kriziyle başlayan finans sorunu, bazı üye ülkelerin tek para sistemini kontrol etmesi beklenen kıstasları yerine getirmediklerini, bunu da ulusal muhasebe hesaplarıyla oynayarak belli etmediklerini gösterdi. Bunun en açık örneğini Yunanistan'da gördük. İrlanda gibi bazı diğer ülkeler ise, kapasitelerinin çok üstünde borçlanma durumu ve gayrimenkul değerlerinin balon gibi şişmesi sonucu devasa problemlerin kucağında kendilerini buldular. Portekiz gibi bir ülkenin de benzer sorunları var, pek karşılaştırmak mümkün olmasa da, İspanya'nın finans darboğazına girmesi, Euro bölgesini daha da zora sokabilir.
Fransız-Alman lokomotifi başarısız
Beklenmedik bir krizle başa çıkma konusunda, AB içinde bir türlü var olmayan siyasi işbirliği ve dayanışma sistemi, giderek daha fazla alarm verir biçimde çalışıyor. Federal Almanya, kendi görüşlerini ortaya koyarak diğer ülkelerden bunlara uymalarını talep ediyor ancak böylesi bir başat rolü oynamaya alışık olmadığı için ortaya çok ciddi bir strateji de koyabilmiş değil. Şansölye Merkel'in AB'yi bir ideal, bir kazanım olarak değil, tahammül edilmesi gereken bir sorun olarak gördüğü yolunda eleştiriler son dönemlerde bir hayli arttı.
AB fikrinin babası addedilen ve kendisine her zaman bu payeyi yakıştıran Fransa ise, tümüyle bu denklemde ağırlığını yitirmiş gibi duruyor. Yaklaşan seçimler, Sarkozy'nin siyasi geleceğini ve son derece düşük toplumsal desteğini gündemin ortasına oturtmuş vaziyette, bütçe açığının kısılması dışında herhangi bir strateji ortaya konmuş değil. Muhalefetteki siyasi hareketler de, başta Sosyalist Parti olmak üzere, AB konusunda herhangi ciddi bir strateji önerisi oluşturma çabasında değiller. Fransa'da kimse "inşallah Dominique Strauss-Kahn başkanlık seçimlerine adaylığını koyar" demek dışında pek siyasi önermelerde bulunmuyor.
AB liderliği konusunda İngiltere, devasa bütçe krizinden kafasını kaldıramıyor. İtalya ise, tarihte ilk kez AB'nin genel stratejisi konusunda inisiyatif alma aşamasına geldi ancak ekonomisini krize sokmaması gerekiyor. Merkez ve Doğu Avrupa ülkeleri, başta Polonya ve Çek Cumhuriyeti olmak üzere, daha ciddi bir siyasi rol oynamak istiyor. AB içinde Fransa/Almanya lokomotifi, bu treni siyaseten çekmekte yetersiz olduğu görüntüsünü veriyor.
AB inişte, Türkiye yükselişte
AB'deki bu atalet dönemi, Türkiye'nin yükseldiği bir döneme denk geldi. Sekiz yıldır son derece önemli bir siyasi ve ekonomik mücadele sonunda sağlanan fiyat istikrarı, demokratik standartların yükseltilmesi, kontrol altında olan kamu maliyesinin yarattığı özgüven, Türkiye'ye bu kriz dönemlerinde gerçekten az sayıda ülkeye nasip olabilecek avantajlı bir konum sağladı. Ancak AB ülkeleri, kendi dertlerinden kafalarını kaldırmakta geciktikçe, bu avantajlı konumumuzu siyasi kazanca çevirmekte zorlanıyoruz.
Bu sıralar AB için iyi bir fikir, Türkiye ile ilişkileri baltalamak değil, ciddi biçimde hız verecek girişimlerde bulunmak olabilir. Başmüzakereci Bağış, AB'de her düzeyde bu ivmeyi yaratmaya çalışıyor. AB'nin 'insanlık için bir barış projesi' olarak yola çıktığını, ekonomik başarının sonra geldiğini hatırlayan bir AB üyesi çıkacak mı? Umarım çok uzak olmayan bir gelecekte bunu görebileceğiz.