Türkiye şaşırtıyor... İngiltere Başbakanı David Cameron, dünya medyasında önemli yankı yapan bir ziyaret gerçekleştirdi. Hemen arkasından Federal Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle resmi bir ziyarette bulundu. Ondan önceki günlerde, İran dışişleri bakanının da sürpriz bir şekilde katıldığı Türkiye-Brezilya dışişleri bakanları buluşması vardı. Bütün bu gelişmeler, çok değişik gündem maddelerinde Türkiye'nin adının geçmesini sağlıyor ve Türkiye, hiçbir zaman olmadığı kadar gelişen uluslar arası gündemin ortasında.
Bu alışılmadık durum, haliyle bir takım çevrelerin hoşuna gitmiyor. Önceleri, Türkiye'nin bir "eksen kaymasından" muzdarip olduğu yazıldı, söylendi. Bu yabancı medyada genel bir panik havası yarattıysa da, kısa sürede AB içinde ve Amerika'da buna karşı görüşler oluşturulmaya başlandı. Medyada ve siyasi yaşamda, "eksen kayması" görüşünden uzaklaşan, Türkiye'nin ekseninin kaymasından ziyade, dış politikasının çeşitlenmesinden bahseden yaklaşımlar sergilenmeye başladı.
Şimdilerde, giderek daha fazla Türkiye'nin ekseninin ne tarafa kaydığından değil, yeni girişimlerinin nasıl iyi değerlendirilebileceğinden bahsediliyor. Bu haftanın Newsweek dergisi, kapak konusunu "Yükselen Türkiye" olarak seçti. Manşetin altına, "bölünmüş bir dünyada Ankara kendine, kimseye benzemeyen, merkezi bir rol biçiyor" deniyor.
Newsweek'in kapak konusu ve içindeki olumlu, hatta sitayişkâr analizleri kimilerine fazla gelmiş olacak ki, aynı ülkenin en önde gelen dergilerinden Time Magazine, Brüksel muhabiri Leo Cendrowicz'in kaleme aldığı bir makalede, Newsweek'in analizine nerede ise tam tezat teşkil eden bir yaklaşım sergiledi. Son derece muhafazakâr ve "Batıcı" bir yaklaşımla Time muhabiri, Türkiye'nin "kötü" işler yaptığına, AB kapısında da daha çok bekleyeceğine karar verdi.
Bir yandan Türkiye'nin köprü konumunun 21. yüzyıl için en önemli kazanım olduğunu düşünen Batı ülkesi yöneticileri ve medyası, diğer yandan Türkiye'nin "kötü ve kadirbilmez" bir müttefik olduğunu ima etmeye çalışan başka Batı ülkesi yöneticileri ve medyası... Ortalama Türk, AB ya da ABD vatandaşının gerçekten hiçbir şey anlamaması için gereken her türlü unsur mevcut.
Bu zihin karışıklığı, çok daha yüzeysel biçimde, Türkiye'de iç siyasi tartışmalara da yansıyor. Bugüne dek Türkiye'nin ciddi biçimde dış politikada gündem belirlemesine alışık olmayan herkes, inanılmaz bir enerji ile bu gelişmelerin arkasındaki "gizli gündemi" keşfetmeye çalışıyor. Sırbistan Devlet Başkanı'nı Srebrenica'daki törene katılmaya ikna eden Başbakan Tayyip Erdoğan ise, artık kanıksanan dış siyaset başarılarına bir yenisini ekleyerek, bu "gizli gündem" ithamını giderek daha zor savunulur duruma getiriyor.
Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, aslında olan biten, iki kutuplu dünyanın sona ermesiyle oluşmaya başlayan yeni bir dünya düzeninin ilk adımlarına işaret ediyor... Yeni bir dünya kuruluyor ve bu dünyada Türkiye'nin, Newsweek'in deyimiyle, oynayacağı son derece "özgün" bir rol var.
Türkiye bu tür bir rolü geçmişte oynamak istemedi mi? Muhakkak ki Türk dış siyasetinde son derece önemli bir süreklilik söz konusu... 60'lı yıllarda dengeli ve alternatifli bir dış siyaset sayesinde, Türkiye hem ABD'nin müttefikliğini sürdürmüş, hem de demir-çelik ve petrokimya konularında, teknolojiyi Sovyetler Birliği'nden ithal etmeyi başarmıştı. Daha önceki dönemlerde Balkan Paktı ve Sadabad Paktı başta olmak üzere, daima bölgesel istikrar sistemleri oluşturmak istemişti. Ancak özgün bir siyaset oluşturmaya ne gücümüz, ne de uluslar arası konjonktür hiçbir zaman imkan vermedi.
Bugün Türkiye'nin artık bu gücü var. Türkiye yıllardır adım adım oluşturulan bu "yumuşak gücü " fevkalade hızlı, etkin, sonuç alıcı biçimde kullanabiliyor. Yeni Türkiye'yi, onun gerçek gücünü, yeteneklerini ve rolünü kabullendiğimiz, iç siyasette, gizli gündem ve komplo arayacağımıza yeni dinamikleri değerlendirebildiğimiz gün, Türkiye'nin bitmeyecek gibi duran bir dizi sorununun nasıl aşılacağını rahatlıkla görebileceğiz. O gün hızla yaklaşıyor...