Sosyal demokrasi, son dönemlerde gündemimizde önemli yer tutmaya başladı. Özellikle de, sosyal demokrat nasıl olunur konusunda medyada çok sayıda tartışma yaşandı. Deniz Baykal'ın genel başkan olarak gerçekleştirdiği son Brüksel gezisi, sosyal demokrat değerlerin tartışıldığı bir ortam oluşturmuştu. Bu tartışmaların o tarihte pek dostane bir havada geçtiği de iddia edilemez.
Avrupa ülkelerinde sosyal demokrat partiler ve hareketler, aslında bir ülkeden diğerine çok büyük farklılıklar gösterirler. İskandinav sosyal demokrasisi başlı başına bir ekoldür ve iktidar çok uzun bir süre bu partilerin tekelinde kalmıştır. Alman Sosyal Demokrasi geleneği, çok daha reformist bir gelenektir. Daha güneye inildikçe, sosyal demokrat ve sosyalist partilerde genel olarak sol eğilimin arttığını görürüz. Bütün bu farklılıklar içinde, Avrupa ülkelerinde sosyal demokrasi, bazı önemli ortak paydalar barındırır. Bunlardan en önemlisi, rejim ile olan barıştır. Liberal kapitalist sistemi reforme etmeyi, sosyal bir yaklaşımla yönetmeyi öngörürler, ancak bunun ötesinde bir devrim döngüsü hedefleri yoktur.
İkinci ortak özellik, sosyal anlamda kazanımların alanını genişletmeye çalışırlar, nispi olarak daha fazla vergi alan, ama bunun karşılığında daha çok sosyal hizmet arz eden bir sistemi savunurlar.
Üçüncü ortak özellikleri de, aslında bu partilerin ciddi biçimde "ulusal" çerçevede düşünen, örgütlenen partiler olmasıdır. Var olan Sosyalist Enternasyonal, genelde fikir teatisi yapılan, diplomatik üst düzey toplantıların gerçekleştirildiği bir uluslararası platformun ötesinde işleve sahip değildir.
AB içinde, sosyal demokrat ve sosyalist partilerin ve siyasetçilerin, genelde AB hareketine hiçbir zaman çok sıcak bakmamaları, bir anlamda bu son özellikleri ile izah edilebilir. Jacques Delors gibi önemli bir iki istisna dışında, AB'nin ilerlemesine ciddi katkı yapmış sosyal demokrat veya sosyalist siyasetçiye pek fazla rastlanmaz.
Sosyal demokrat partiler, Yunanistan'daki PASOK örneğinde olduğu gibi, tümüyle anti-AB bir tutum da alabilirler. Andreas Papandreu, iktidara geldiği 1981'de, daha henüz üye olmuş olan Yunanistan'ın üyelikten çıkıp çıkmaması konusunda referandum düzenleyeceğini söyleyerek AB'ye önemli bir şantaj yapabilmiş nadir devlet adamlarından biridir. 1974'te ise, İngiltere'de iktidara gelen İşçi Partisi, daha bir yıl önce üye olmuş Birleşik Krallık için üyelik konusunda referanduma gitmiş, referandumda evet oyu çıkınca AB içinde kalmayı tercih etmiştir.
Son önemli örnek, Avrupa anayasal metninin reddedilmesi konusunda Fransa eski başbakanı, sosyalist milletvekili Laurent Fabius'un oynadığı roldür. Fabius, tüm kampanyasını "hayır" oyu üzerinde yoğunlaştırarak, Fransa'nın bu anayasa oylamasında hayır oyu vermesini sağlayan önemli aktörlerden biri olmuştur. "Daha sosyal bir anayasa" dediği alternatif metnin de hiçbir zaman yazılmamış olduğunu hatırlamakta fayda vardır.
Sosyal demokrat politikaların Avrupa ülkelerinde son yirmi yılda oluşturdukları çok önemli bir ortak payda da, özgürlükler ve hoşgörü alanlarının genişletilmesi hususudur. Avrupa ülkelerinde devasa bir orta sınıf oluşması, göçmen nüfusun kalıcı hale gelmesi, sosyal demokrat partilerin gündemine birlikte yaşama ve sosyal bütünleşme gibi konuları taşımıştır. Özellikle de, kimlik ve kimliklere saygı konusunda, sol yelpazenin merkezinde olan partilerin özgürlükçü bir söylem geliştirdikleri aşikârdır.
Demokratik hak ve özgürlükler, ibadet özgürlüğü, düşünceleri hür biçimde ifade edebilme serbestisi, çoğulculuk, sivil iktidarın silahlı kuvvetler üzerindeki denetleme yetisi Avrupa sosyalist ve sosyal demokrasi hareketlerinin en önemli yönleridir. Genelde merkezin sağındaki siyasi partiler de bu özgürlükler alanının muhafazasını ve demokratik işleyişin bütünselliğini desteklerler, ancak insan hakları konusunda sosyal demokrasinin ilkeselliği de çok önemli bir unsurdur.
Avrupa örneğinde sosyal demokrasinin gelişmesine bakıldığında, Türkiye'de de yukarıda saydığımız tüm unsurları zaman içinde samimi biçimde içselleştirecek benzer bir siyasi hareketin oluşması tümüyle ihtimal dışı gibi durmamaktadır. Ancak gene Avrupa örneğinde olduğu gibi, bu gelişmenin uzun bir sürece yayılacağı ve AB bütünleşmesiyle yıldızının hiçbir zaman barışmayacağı da gene kuvvetle muhtemeldir.