"Lideri Ebu Musab ez-Zerkavi ABD tarafından 2006'da öldürüldü, ama Irak El Kaidesi ölmedi, evrim geçirip DEAŞ oldu. Şimdi de Bağdadi öldü, sözde 'Kureyşi'yi piyasaya sürdüler.
…
'Ortadoğu'nun Frankenstein'ı olarak nitelendirdiğim DEAŞ can çekişirken filmin finalini Hollywood'un şanına yaraşır biçimde bağlamak istediler. Üstelik öykünün ucunu da açık bırakarak… Çünkü herkes biliyor ki, senaryo, film vizyondayken de (2014'ten beri) revize edildiği için iyi gişe yaptı. Devamı neden çekilmesin… Dizi muamelesi yaparsanız da 'sezon finali' dersiniz.
Boşuna değil, Marry Shelley'in bundan tam 201 yıl önce yazdığı Frankenstein'ın tam 25 kez filme ve diziye uyarlanmış olması. Boşuna değil."
Yukarıdaki satırlar 3 Kasım 2019'da bu köşede yayınlanan 'Frankenstein terörün sezon finali' başlıklı yazıdan. Bu yazıda yeni DEAŞ lideri Kureyşi ismine dikkat çekmiş ve DEAŞ filminin sezon finalinin henüz yapılmadığını belirtmiştim.
Aradan iki yıl dört ay geçti ve ABD Başkanı Joe Biden, 3 Şubat'ta Suriye'de düzenledikleri operasyonda DEAŞ lideri El Kureyşi'nin öldürüldüğünü açıkladı. Operasyon, Türkiye sınırının hemen dibindeki Atme'de gerçekleştirildi. Biden'ın açıklamasını 'doğru' kabul edersek; Kureyşi, ABD askerleri tarafından bir binada sıkıştırıldıktan sonra kendini patlattı.
Kureyşi'nin selefi olan Bağdadi de 27 Ekim 2019'da yine İdlib'te, Türkiye sınırının hemen dibinde, hatta iPhone Adım Sayar ölçümü ile yalnızca 6 bin 560 adım mesafedeki Barişa Köyü'nde ABD tarafından öldürülmüştü.
IRAK AŞİRETLERİ VE DEAŞ'IN İZİNDE…
Bugünkü yazıda Irak'taki aşiret düzeni üzerine hem bu konuda ayrıntılı kaynak taraması yapılarak, hem de sahada aşiretlerle görüşerek hazırlanmış kapsamlı bir kitabı referans alarak DEAŞ'ın izlerini süreceğiz.
Kitabın adı Orta Doğu'da Aşiret Siyaseti. Yazarı Furkan Torlak. Torlak, kitabında İbn Haldun'un o kadim asabiyet teorisi ekseninde Irak'taki aşiret düzenini ayrıntılı biçimde incelemiş. Kitap, Irak'taki aşiret yapısının DEAŞ'ın nasıl birdenbire uç vermesine zemin hazırladığını göstermesi bakımından önemli. Şu kısa alıntı bile aşiret düzeni-DEAŞ ilişkisinin göstergesi mahiyetinde:
"Musul'da ne halk ne ordu DEAŞ'a karşı direnebilmiştir. Irak'ın aşiret ve kabile ağlarına dayanan toplumsal düzeni noktasında DEAŞ da en az Amerikalılar ve Bağdat'taki merkezi yönetim kadar bilgi sahibidir. DEAŞ, Musul'u ele
geçirdikten sonra Irak ve Suriye'de yaşayan birçok Arap aşiret şeyhinden biat yemini talep etmeye başlamıştır. Nitekim bu bağlılık yeminini etmeyen aşiret şeyhleri DEAŞ'ın gazabına uğramış, örneğin Suriye sınırındaki Şaytat aşiretinin 700 üyesi, şeyhleri biat etmediği için öldürülmüştür. DEAŞ aşiret, alt yapısını yönetmek için bir de 'Aşiretler Divanı'nı (Divan el Aşairin) kurmuş, kontrol ettiği bölgelerde bulunan aşiretlerin iç işlerini ve birbirleriyle olan ilişkilerini bu yapı üzerinden yönetmiştir."
'DEAŞ AŞİRETLERİ BİAT ETTİREREK DEVLETİ ÇÖKERTTİ'
Özetle DEAŞ, aşiretleri kendine biat ettirerek devleti, geçici olarak da olsa çökertmeyi başardı diyor. DEAŞ'a, bölge sosyolojisinden bağımsız, uzaydan gelmiş bir örgüt olarak bakılmasına hep mesafeli yaklaşmışımdır. ABD'nin DEAŞ teröründen faydalandığı da muhakkaktır. Ancak bir bölgenin sosyolojisine aykırı bir örgütsel yapı, o bölgede kendine zemin bulamaz. Bu yönüyle DEAŞ, reaksiyoner bir örgüttür ve ABD'nin bölgede züccaciye dükkânına girmiş fil misali hareket etmesinin bir sonucudur. Torlak'ın kitabından bir başka alıntıyla devam edelim:
"ABD, sahada sert hareket etmiş ve sadece Ebu Gureyb hapishanesindeki işkence görüntüleriyle değil, kordona alma ve tarama operasyonları ile de halkı nefret ettirmiştir. ABD'nin sivillere zarar verdiği ciddi operasyonların yanı sıra aşiretlere ve toplumun tüm kesimlerine sert davranması büyük tepki çekmiştir. Dolayısıyla direniş, büyük oranda bir reaksiyon olarak gelişmiştir.
Sünni Arap aşiretlerin silahlı isyana katılım göstermelerinde daha önce dikkat çektiğimiz gibi; devlet kurumlarından memur, polis ve askerlerin dışlanmalarının ve iktidara gelen 'dış Iraklı'ların agresif tavırlarının etkisi olmuştur.
Herkî, Irak'ta DEAŞ gibi bir yapının ortaya çıkmasında dahi ABD ve Bağdat'taki merkezi yönetimin Sünni Arap toplumu üzerindeki baskısının güçlü etkisi olduğunu savunmaktadır."
Torlak kitabında DEAŞ'ın doğuşu üzerine teorilere de değinmiş:
"Gelinen noktada DEAŞ'ın ortaya çıkışı ve yarattığı sonuçlar üzerine bir dizi teori inşa edilmiştir. Bunlardan bazıları Irak ölçekli, bazıları bölgesel ve uluslararası göndermeler içermektedir. İlk teori DEAŞ'ın 1000 kişi ile Musul'u 60 bin mevcutlu Irak ordusundan alabilmesine dairdir. Bu noktada Maliki'nin bir komplo kurduğu, bölgenin DEAŞ'ın eline düşmesini istediği ve bölgeye müdahale sebebi oluşturmaya çalıştığı söylenmiştir. Musul'un ordu komutanı Mehdi Ğarravi ve Abbud Ganber gibi isimler çatışma günü kaybolmuş, her ikisi çekilme talimatı aldıklarını söylemiştir. Savaştan kaçan askere idam cezası uygulanırken bu komutanlar Başbakan ile pazarlık yapmış, sorumluluk üstlenmeleri karşılığında serbest bırakılmışlardır (Cumeylî, 2020).
DEAŞ'ın bir komplo olduğu düşüncesi İran ve ABD'yi de kapsayan bir anlatıma daha sahiptir. Buna göre DEAŞ, Amerikan-İran tiyatrosudur, yönetmeni ise dönemin Başbakanı Nuri el Maliki'dir. Musul halkı, Bağdat yönetimi tarafından türlü müdahalelerle terörize edilmiş, vatandaş 'Keşke Amerikalılarla savaşmasaydık, kim gelirse gelsin', dediği aşamada DEAŞ harekete geçmiştir. Sünni Araplar, İDM Komutanı Kasım Süleymani'nin büyük bir istihbarat operasyonu düzenlediğine inanmaktadır. DEAŞ'ın harekete geçmesi, büyük bir patlama ile başlamış, Irak ordusu sokaktaki vatandaşa ateş açmış, halkın galeyana getirildiği bir ortamda DEAŞ kentteki kamu binalarını ele geçirmiş, vatandaş da direniş göstermemiştir (Cuburî, 2020).
Diğer bir anlatı ise Şii Arap perspektifine sahip olsa da Amerikalıları hedef göstermektedir. Seyyid Zamilî, Amerikalıların bir süreci sekteye uğratacakları zaman en aşırı uca yönlendirdiğini, Ebu Bekir Bağdadi ve ekibinin ABD kontrolündeki hapishanelerde örgütlenmesinin bir tesadüf olmadığını, CIA'in bu noktada rolü olduğunu değerlendirmektedir. (Zamilî, 2020)."
'DEVLETLER GEÇİCİ, AŞİRETLER KALICI…'
DEAŞ'ın doğuşuyla ilgili olarak bu tezleri de elbette yabana atmamak gerekir. Ancak Irak'ta uzun süredir yaşananları, Torlak'ın üzerinde ayrıntılı biçimde çalıştığı aşiretler düzeninden bağımsız düşünmek de bizi yanlış sonuçlara götürür.
Yazıyı bölgedeki aşiret-devlet diyalektiğinin şifreleri hakkında fikir veren şu alıntıyla toparlayalım:
"Siyaset biliminde, devletlerin kalıcı hükümetlerin geçici olduğuna dair yapılan benzetme, Arap yarımadasında 'devletler geçici, aşiretler kalıcı olduğu" ifadesinde karşılık bulmuştur.
…
Aşiretler, modern ulus devlet sınırlarını aşan, yer yer devletle çatışan, bazen devletin nüfuzunu toplumun kılcallarına kadar genişleten bir etkinlik kurabilen sosyal olgulardır.
…
Günümüzde Irak'ta merkezi yönetim zayıf, aşiretler ise güçlü konumdadır. Öyle ki Iraklı bürokratlar anlaşmazlık yaşadıklarında bakanlıktaki üst yöneticilerine gidecekleri yerde aşiretlerine başvurmakta, birinin aşireti diğerinin aşiretini hedef almaktadır. Diğer yandan merkezi yönetimin gereğinden fazla zayıf olması da aşiretlerin çıkarına değildir. Bu defa da aşiretler çok zor şartlarda hayatta kalma mücadelesi vermekte ve iki taraflı zarar ve baskıyla yüzleşmek zorunda kalmaktadırlar."
Ortaya çıktığı günden bu yana 'Frankenstein terör örgütü' olarak nitelendirdiğim DEAŞ'a; kullanışlılığının yanı sıra bölgedeki, özellikle de Irak'taki aşiret-devlet ilişkileri/çatışmaları olgusundan bağımsız bakmamak zaruridir. 'Frankenstein terörün doğuş teorisi'ni ana hatlarıyla anlayabilmenin tek yolu budur.