NATO Zirvesi Brüksel'de toplandı. Zirve büyük bir gerginlik içinde başladı. Gerginlik, ABD ve Avrupa ülkeleri arasında yaşanıyor ve temelde yeni ABD yönetiminin politikalarından kaynaklanıyor. Bu süreci birçokları Donald Trump'ın popülizmiyle ve uçuk siyaset tarzıyla izah etmeye çalışsa da bu doğru değil. Trump'ın yaklaşımı ABD yönetiminin yeni Avrupa politikasını temsil ediyor.
Fransız Le Figaro gazetesinin dünkü nüshasında NATO Zirvesi'ne ilişkin haberin başlığının "Avrupa Trump'tan Korkuyor" şeklinde olması boşuna değil. Trump, iki yıla yakın süredir Avrupalı ülkelerin NATO'ya yeterince kaynak aktarmadıklarını, bu durumun da ABD ekonomisine olumsuz yansımaları olduğunu iddia ediyor. Trump'a göre Almanya başta olmak üzere Avrupalı ülkeler kendi savunma ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak için ellerini taşın altına sokmak zorunda. Dahası Trump, Avrupa ülkeleriyle yapılan ticaretin biçiminin değiştirilmesi gerektiğini de tekrar tekrar vurguluyor ve serbest ticaret paradigmasının Çin'e ve Avrupa'ya fayda sağlarken, ülkesine zarar verdiğini öne sürüyor.
ABD'nin bu yaklaşım biçimi Avrupa'yı tedirgin etse de buna karşı ne bir birlik olarak AB, ne de tek tek Avrupa ülkeleri somut bir çözüm üretebilmiş değil. NATO zirvesi öncesi Avrupalıların en fazla söyleyebildikleri, AB Konseyi Başkanı Tusk'ın söylediği kadar. "Sayın Trump, müttefiklerinizin kıymetini bilin, öyle pek fazla müttefikiniz yok!"
İşin aslı Avrupa ülkeleri özellikle güvenlik politikaları alanındaki zayıflıklarının farkında. Daha önce de bahsetmiştim. Geçen sene gerçekleşen ve benim de izleme imkânı bulduğum Münih güvenlik konferansında Polonya Başbakanı'nın "bizim (Avrupa'nın) güçlü thinktanklerimiz var ama tanklarımız yok" diye şikâyet etmesi yahut Almanya şansölyesi Merkel'in "Avrupa olarak başımızın çaresine bakmalıyız" sözleri bunun somut örnekleri.
Trump, Brüksel'deki zirveye gitmeden önce üç mesaj verdi. Bir, ABD'nin AB ile ticaret açığını büyük bir problem olarak gördüğünü belirtti. İki, NATO üyelerinin savunma harcamalarını artırmaları gerektiğini, aksi takdirde ABD'nin NATO'ya vereceği desteği kısacağını ifade etti. Üç, Putin'le yapacağı görüşmeden umutlu olduğunu belirterek sürekli olarak Rusya tehdidini dile getiren Avrupa ülkelerine gözdağı verdi.
Halihazırda Avrupa mülteci sorunuyla mefluç hale gelmiş durumda. Yükselen ırkçılık, sosyal devletin parçalanması, ekonomik daralma ve liderlik krizi Avrupa'yı ciddi anlamda zorluyor. Öyle görünüyor ki Trump ABD'si bu sorunlarla boğuşan Avrupa'yı daha da sıkıştırmanın derdinde.
ABD "Batı'nın birliği" projesine daha fazla yatırım yapmak istemiyor. Bir başka deyişle yeni ABD yönetimi Batı bloğunun / kimliğinin parçalanma sürecini durdurmak için yapılacak bir şey olmadığına, aksine bu yönde atılan adımların ABD çıkarlarına zarar verdiğine inanıyor. Bu yönüyle Trump'ın sesi marjinal bir ses değil. Bu ses ABD yönetiminde güçlü biçimde temsil ediliyor.
Bu yönüyle NATO'da ABD ve Avrupa arasında baş gösteren gerilim esasında Batı bloğunun / kimliğinin parçalanması olgusunun en somut yansımasıdır. ABD, 1945 sonrasında Batı'nın birliği projesine büyük yatırımlar yaptı. Batı'nın liderliği rolünü oynadı. Avrupa'nın güvenliğine ve istikrarına yatırım yaparak kendi hegemonyasını tahkim edeceğine inandı. Gelinen noktada ABD yönetimi Avrupa'nın yükünü sırtlanmayı bırakması gerektiği kanaatine varmış durumda.
Böyle bir ortamda Türkiye'den geçmiş dönemlerdekine benzer Batıcı politikalar beklemek son derece anlamsız. Türkiye yeni dönemde hem Batı dışı dünyadan hem de Batı içindeki çelişkilerden yararlanmayı bilen bir dış politika yaklaşımına sahip olmak zorunda.