Kuzey Irak'taki gayrimeşru referanduma ilişkin Batı'dan birbiriyle çelişen açıklamaların yapılıyor oluşu neyin göstergesi?
ABD Dışişleri Bakanı Tillerson "referandumu tanımıyoruz" diyor. New York Times gazetesi ise "Kürtler bağımsızlıktan yana oy kullandı" diyerek, herkesin yeni duruma uyum sağlaması gerektiğini ima ediyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, "Irak'ın toprak bütünlüğünden yanayız" diye açıklama yapıyor. Irak Başbakanı İbadi'yi 5 Ekim'de Paris'e davet ediyor. Buna mukabil Le Monde "bugün Kürtlerin soluğunun kesilmesine izin mi vereceğiz?" diye manşet atıyor. Gazete, "büyük Batılı başkentler referandumu kutlamak yerine çok sayıda Kürdün yasadığı bölgedeki devletlerin baskılarına boyun eğerek buna karşı çıktı. Referandumun ardından, yeni doğan bir demokrasinin soluğunu kesmek için kara ve hava sınırları- nı kapatma kararı alan Türkiye, İran ve Irak gibi antidemokratik rejimlerin yanında yer almayacağız" ifadelerine yer veriyor. Almanya başbakanı "Irak'ın bütünlüğü içinde bir özerk Kürt bölgesi"nden yana olduğunu söylüyor. Buna karşın Der Spiegel, "dünya üzerinde devleti olmayan en kalabalık halk Kürtlerdir" diyerek referandum konusunu ele alıyor. İngiltere dışişleri bakanı Boris Johnson "Birleşik Krallık bu referandumu desteklemiyor ve Irak'ın toprak bütünlüğünü savunmayı sürdürüyor" diyor. The Guardian gazetesi ise Kürtlerin "Irak'ın toprak bütünlüğüne bağlı kalmak" gibi bir bedeli ödeyemeyeceğini, geçen haftaki ezici referandumun Kürtlerle Irak arasındaki zoraki evliliğin bitişine işaret ettiğini iddia ediyor. Bahsi geçen yayın organlarının hepsi bu ifadelere dünkü nüshalarında yer verdi. Batı medyası bugün olduğu gibi yarın da bölgede bir "Kürt devleti" kurulması gerektiği propagandası yapmaya devam edecek.
Romantikler elbette "bütün bunlar Batı'da basının nasıl da özgür olduğunu gösterir" yorumunu yapabilir. Ancak şu anda en son ihtiyacımız olan şey romantizm.
Bütün bunlar Batı'da bölgemizin parçalanmasına yönelik olarak yürütülen kaos siyasetinin alttan alta sürdürüldüğünü gösterir.
2010 sonrasında yeni bir yüzle karşımıza çıkan sömürgeci siyasetin en önemli özelliklerinden biri çifte söylem kullanıyor oluşu. Bölge ülkelerinin artık bu çifte söylemin farkına varması gerekiyor. Türkiye, bunun farkına vardı ve o noktadan itibaren Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ifadesiyle "göbeğimizi kendimiz keseceğiz" dedi. Şurası açık, Batı medyasında Kuzey Irak'taki gayrimeşru referandum çoktan kabul görmüş durumda. Bunun bir nedeni elbette İsrail lobisinin Batı medyasındaki gücü. Fakat bu tek başına yeterli bir izah değil.
Batı medyasında Pan-Kürdizmi pompalamak ve Batı kamuoyunu sadece Irak'ta değil, Suriye'de de bölünmeye hazırlamak gibi bir irade var. Bu irade, bu coğrafyaya düşman aktörlerin iradesi. O nedenle bölgede hiçbir aktörün kazanmayacağı, bütün aktörlerin kaybedeceği bir süreci teşvik ediyorlar.
Bu süreçte Barzani "biz hiçbir bölge ülkesine tehdit oluşturmuyoruz" diye sözüm ona teskin edici açıklamalar yapıyor. Zaman kazanmaya ya da birilerine zaman kazandırmaya dönük açıklamalar bunlar.
Hem sanki bu saatten sonra söz konusu sürecin liderliğini kendisi yürütebilecekmiş gibi. Barzani bu hamlesiyle Pan-Kürdizme ve bu sürecin hormonlu gücü PKK'ya hizmet etmiş oldu. Türkiye ve İran bunun farkında ve bu nedenle aralarındaki yakınlaşma hayati bir yakınlaşma. Bir kez daha vurgulamakta yarar görüyorum, bu yakınlaşmayı Kürtçü yahut laikçi fark etmez anlamsız ideolojik reflekslerle mahkûm etmeye çalışmak Türkiye'nin çıkarlarına zarar verir. Mesele Türkiye'nin bölünmez bütünlüğüyle ilgili bir mesele. Somut, bir o kadar seküler...