Siyasi istikrarsızlığın ürettiği en ağır maliyet nedir biliyor musunuz? Dış müdahalelere açık olmak. Dış müdahale dediğimde askerin yahut yargının müdahalesinden bahsetmiyorum. Düpedüz yabancı ülkelerin müdahalesinden bahsediyorum.
Bu müdahaleler içerideki gayrı milli aktörlerin rızası ve hatta teşvikiyle gündeme gelmiştir. Dış güçler yıllar yılı Türkiye siyasetine müdahale etmişler, istedikleri gibi siyasi ortamı şekillendirmişlerdir. Yeri gelmiş darbeleri özendirmişler, yeri gelmiş terör örgütlerine destek vermişler, yeri gelmiş iç savaş senaryolarına katkı yapmışlardır.
Siyasi istikrarsızlığın yaşandığı dönemler dış güçlerin ülkemizde istedikleri gibi at koşturdukları dönemler olmuştur.
Türkiye 2002'den bu yana bir siyasi istikrar sorunu yaşamıyor. Tam 15 yıldır Türkiye'nin tanıklık ettiği siyasi istikrar karizmatik bir liderin siyasi becerisine bağlı olarak vücut bulan ve bu yönüyle istisna teşkil eden bir durum. Bu istisnai dönemde vesayetçi siyasi ortamın zayıflaması, ekonomik büyümenin hızlanması ve toplumsal refahın da artmasıyla ülkede bir bahar havası yaşandı.
Böylesi bir ortamda dış güçler geleneksel araçlarla Türkiye iç siyasetini şekillendiremediler.
Geçmişte olduğu gibi kendilerine konforlu bir alan bulamadılar. Devletteki, medyadaki, iş dünyasındaki ve siyasetteki işbirlikçilerini harekete geçirerek sonuç alamadılar.
2013'ten itibaren yeni yöntemler denediler. Sokak kalkışmaları örgütlediler. Devletin içine sızmış yeni nesil terör örgütlerini harekete geçirdiler. Elbette içimizdeki işbirlikçileriyle birlikte, elbette onların yoğun destekleriyle.
15 Temmuz darbe ve işgal girişimiyle kesin sonuç alacaklarını düşündüler. "Neden sessiz kaldılar" diye sorduğumuz dış güçler 15 Temmuz darbe ve işgal girişiminin arkasındaki ana aktörlerdi.
Başaramadılar ama vazgeçmediler. Zira Türkiye'deki siyasi istikrarın karizmatik bir siyasi liderin, R. Tayyip Erdoğan'ın varlığına bağlı olduğunu biliyorlardı. O yüzden sürekli Erdoğan'ı hedef aldılar.
16 Nisan referandumundan evet sonucu çıkarsa, Türkiye'de siyasi istikrarın kurumsallaşması adına çok büyük bir eşik aşılmış olacak.
Artık siyasal istikrarımız karizmatik bir siyasi lidere ihtiyaç duymaksızın da kalıcı hale gelebilecek. Dış güçler, içimizdeki ve dışımızdaki şer odakları bunun farkında. Bizden çok daha fazla farkında hem de.
Taşeronlarını devre dışı bırakıp da doğrudan devreye girmelerinin nedeni bu. Almanya'nın, Hollanda'nın, İsviçre'nin, Avusturya'nın iyice ayyuka çıkan Türkiye düşmanlığının arkasında bu var.
Bu ülkeler Cumhurbaşkanlığı sistemine destek veren bakanlarımıza, milletvekillerimize göz göre göre konuşma yasağı getiriyor. Öte yandan Frankfurt'ta binlerce kişi elinde PKK lideri Abdullah Öcalan'ın posterleriyle yürüyor. Manheim meydanında PKK'lılar stant kurup büyük bir rahatlıkla hayır propagandası yapıyor.
Her zaman olduğu gibi alçakça yalanlar eşliğinde:
"Çocuklarımızın savaşlarda katledilmesini engellemek için hayır. Cinsiyetçi, ırkçı, kadın düşmanı anayasaya hayır / Türkiye'nin Libya, Irak ve Suriye'de yaşanan benzeri katliamlara sahne olmasına dur demek için hayır / Ülkenin tek kişi tarafından savaş hali, sıkıyönetim ve olağanüstü hallerle yönetilmesine hayır / Nasıl düşüneceğimize, neye inanıp inanmayacağımıza, yaşam tarzımın nasıl olacağına bir diktatörün karar vermesine hayır"...
Buradaki yalanlar bir yana, bunları söyleyenler terör örgütü mensupları. Almanya'nın göbeğinde terör örgütü PKK böyle propaganda yapıyor.
Dış güçler, dışarıdaki ve içerideki şer odakları 16 Nisan'daki referandumdan hayır çıkarmak için elinden geleni yapacaklar. Ancak bu milletin feraseti bir kez daha galip gelecek...