Suriye krizi altıncı yılına doğru ilerliyor. Ne yazık ki kriz çözüme kavuşmuyor, aksine derinleşiyor. Türkiye geçtiğimiz ay bu krize ilk defa sert güç kullanmak suretiyle müdahil oldu.
Fırat Kalkanı operasyonu ile beklenenin çok ötesinde bir performans sergileyerek önemli başarılar elde eden Türkiye, bir yandan sınırındaki DAİŞ varlığını ortadan kaldırırken diğer yandan PYD/ YPG unsurlarının işgal siyasetini büyük oranda engelledi. Hiç kuşkusuz Türkiye'nin bu mücadelesi devam edecek.
Türkiye'nin en temel öncelikleri, kendisine yönelen Suriye kaynaklı güvenlik sorunlarının ve insani krizlerin önüne geçmek. Bunun da iki unsuru var. Birincisi, sınır hattını terör örgütlerinden temizlemek, ikincisi ise yeni mülteci akınlarının oluşmasına engel olmak.
Bu çerçevede Türkiye uzun süredir Suriye'nin kuzeyinde bir güvenli bölge oluşturulması gerektiği tezini dillendiriyor. Bu sürecin bir diğer unsuru ise Suriye'de insani krizin en fazla yoğunlaştığı Halep bölgesine insani yardım koridorunun açık olması ve Türkiye'nin o bölgeye yardım ulaştırabilmesi.
Malum, geçen hafta Suriye krizinin yarattığı insani acıları azaltmak için bir "ateşkes" anlaşması yapıldı. Anlaşmanın tarafları ABD ve Rusya. Bu bile bize Suriye krizinin mahiyeti hakkında fikir veriyor.
Bu ateşkesten beklenen en önemli şey, Halep başta olmak üzere ağır bombardımanlara maruz kalan bölgelere insani yardım ulaştırabilmekti. Bu çerçevede Türk Kızılayı da yardım TIR'larını Halep'e doğru hareket ettirdi. Fakat sahada gerçek anlamıyla bir ateşkes yaşanmadığı için yardımlar dağıtılamadı.
Bir uluslararası haber kanalı ateşkesi değerlendirirken "neyse ki okullar ve hastanelerin bombalanmasına bir süre ara verildi" diye bir cümle sarf etti. Bu cümle bile Halep'teki durumun ne denli vahim olduğunu gözler önüne seriyor.
Ateşkesin hayata geçememesinde çatışmasızlık ortamını karadan ilerlemek için manipüle eden Esed rejim güçlerinin fırsatçılığının rolü büyük. Rusya ise ateşkesin hayata geçememesini "ABD'nin muhalifleri kontrol etmeyi becerememesi" olarak yorumluyor. Oysa mesele muhaliflerin "ya insani yardım" ya "askeri mağlubiyet" tercihinden birine zorlanması.
Bütün bunlar yaşanırken Suriye vasatında gerilimi daha da tırmandıran bir başka gelişme yaşandı. Pazar günü ABD uçakları DAİŞ'in hâkim olduğu Deyr ez-Zor'da bulunan 62 Esed rejimi askerini bombaladı. ABD bunun bir hata olduğunu ve operasyonlarını geçici olarak durdurduğunu açıklasa da, Rusya bu bombalamaya çok sert tepki gösterdi. BM Güvenlik Konseyi'ni acil toplantıya çağıran Ruslar ABD'nin bu hamleyle DAİŞ'e destek verdiğini ifade etti.
Peki ya Suriye bu hamleden nasıl etkilenecek? ABD'nin Ortadoğu siyasetine yön veren geleneksel kanadı, Suriye krizinin çözümünden değil, derinleşmesinden yana bir tavır takınıyor. Suriye'nin toprak bütünlüğü için değil, aksine, fiilen yaşanan bölünmenin yasal hale gelmesi için çalışıyor. Bu noktada Rusya, İran, Türkiye ve Suudi Arabistan ile farklı bir noktada bulunuyor. ABD bu yönüyle başta Türkiye olmak üzere hiçbir bölge ülkesinin Suriye krizinin çözümü üzerinden kendisine alan bulmasını istemiyor. ABD hiçbir maliyet ödemeden bölge ülkelerini dizayn etmeye çalışıyor.
ABD ve Batı dünyası açısından Suriye, kendi içindeki öneminden çok Türkiye için taşıdığı anlam dolayısıyla önemli. Suriye krizi, Türkiye'nin tedip edilmesi için bir imkân olarak görüldü. Ne var ki kriz kontrolden çıktı. Suriye meselesi Esed rejiminin geleceğinin ne olacağından, DAİŞ adlı terör örgütüyle nasıl mücadele edileceği noktasına evrildi. Bu süreçte yeni terör örgütlerine "can simidi" muamelesi yapıldı.
Öyle görünüyor ki bu süreç her şeyden önce bölge ülkelerinin inisiyatifleri ile çözüme kavuşturulacak. Aksi halde sorun derinleştikçe derinleşecek...