"Erdoğan Washington'da sevilmiyor.
Erdoğan Avrupa'da da sevilmiyor.
Otoriter görülüyor ve iyi bir oyuncu olmadığı düşüncesi hâkim. Batı daha önce Erdoğan'dan daha otoriter olan çok liderle muhatap oldu, olmaya da devam ediyor.
Ama fark şu; Suudlar, Mısırlılar (...) her koşulda bize yaltaklanıyor.
F-16'ları, müttefiklik ilişkilerini falan düşünerek bizimle aynı değerleri paylaşıyormuş gibi yapıyorlar. Erdoğan ise bizimle çatışıyor, çelişkilerimizi yüzümüze vuruyor, dostumuz olmaya çalışmıyor.
Ondan daha otoriter liderler ise dostumuzmuş gibi poz yapmakta beis görmüyor."
Bu cümleler ABD'nin 2008-2010 arasında Türkiye büyükelçiliği de yapmış duayen diplomatlarından James Jeffrey'e ait. Mesajı çok açık.
Batı'daki Erdoğan düşmanlığının kaynağında "Erdoğan'ın dik duruşu" var!
Erdoğan, bu duruşundan taviz vermediği için Batı'da Erdoğan düşmanlığı artıyor.
Eğer Erdoğan diğer pek çok Batı dışı ülke liderinin yaptığı gibi ABD'ye yaltaklansa, Jeffrey'nin deyişiyle "oyunu kurallarına göre oynasa" o takdirde Batılılar nazarında sempatik bir lidere dönüşecek. O zaman Erdoğan, Türkiye'deki siyasi istikrarın teminatı olarak yansıtılacak. Ne kadar güçlü bir lider olduğundan söz edilecek. Toplumu nasıl da kucakladığından bahsedilecek. İslami değerlerle Batılı değerleri nasıl da harmanladığından dem vurulacak.
Bütün bunlar yapılmadı mı?
Yapıldı.
Hatırlayın, 2000'lerin başında Batı'daki Erdoğan imajı tam da böyleydi.
Oysa Erdoğan, o günden bugüne verdiği taahhütlerin arkasından giderek siyaset yaptı.
Kimseyi kandırmadı.
Türkiye'yi gerçekten bilen, tanıyan Batılılar Erdoğan'ın siyasi bir sapma yaşamadığını da pekala biliyorlar. Erdoğan'ın "kabahati", bu süre zarfında Türkiye'yi uluslararası bağımlılık düzeninin dışına çıkarmak oldu.
Sömürgecilerin Türkiye tahayyülü yıkıldı.
Türkiye, ABD'nin bölgesel çıkarlarının bekçisi olmaktan çıktı, kendi namına bir bölgesel güce dönüştü.
Neo-liberal ekonomi politikalarının zayıf bir uygulayıcısı olarak kalmayı kabul etmedi.
IMF'ye borçlu bir ülkeden IMF'ye borç veren, kendi kalkınma politikalarını uygulamaya koyan bir ülkeye dönüştü Türkiye.
Bütün bu sürecin liderliğini Erdoğan yürüttü. Erdoğan bununla da yetinmedi.
Sadece Türkiye'yi Batı'nın çizdiği sınırların dışına çıkarmadı. Aynı zamanda Batı dünya düzeninin çelişkilerine ve cürümlerine de işaret etti. 1945 sonrasında kurulan uluslararası düzenin bugünün küresel gerçekliğiyle uyumsuz olduğunu haykırdı.
Bu uyumsuzluk dolayısıyla dünyanın bir kesiminin büyük zulümlerle karşı karşıya kaldığını ifade etti.
"Dünya beşten büyüktür" diyerek dünya mazlumlarının sesi oldu.
Evet Erdoğan "oyunu kurallarına göre oynamak" yerine, "oyunu yeniden kurmak"tan bahsetti.
Ondan dolayı da Batılıların nefretini üzerine çekti. Yine bundan dolayı Gezi kalkışmasından 17-25 Aralık yargı darbesine, irili ufaklı terör örgütlerinin saldırılarından 15 Temmuz darbe girişimine kadar her seferinde birinci öncelik olarak "Erdoğan'ın devrilmesi"ni esas aldılar. Fakat her seferinde Erdoğan daha da güçlendi. Milletin desteği günden güne daha da arttı. İlk zamanlarda Batılıların yürüttükleri kampanyalarla Türkiye'de gayrı milli muhalefete alan açmak mümkünken bugün bu imkân da kalmamaya başladı.
O yüzden sömürgecilerin oyunu daha da sertleşti. Fakat bu süreç sömürgecilerin lehine sonuçlanmayacak. Yeter ki Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın durduğu gibi her birimiz durduğumuz yerde dik durabilelim.