Türkiye medyası hiç olmadığı kadar Fetullah Gülen'i ve Fetullahçı terör örgütünü işlemeye başladı. Bir kere şunu belirtelim, FETÖ'nün ifşa edilmesi, kirli çamaşırlarının ortaya serilmesi başlı başına değerli bir uğraş. Bu süreçte bilgi kaynağı olarak iki kaynağa başvurulduğunu görüyoruz.
Bir, FETÖ içinde farklı pozisyonlarda görev almış ve bir süre sonra bu örgütten ayılmış nadimler. İki, FETÖ'nün çeşitli şekillerde işkence ettiği, hakkını gasp ettiği mağdurlar.
Geçtiğimiz hafta ana akım medyanın her cephesinde FETÖ'nün cürümlerini anlatan tanıklar ekranlardaydı.
Aslında 17-25 Aralık müdahalelerinden sonra ana akım medyanın bir kanadı FETÖ'nün cürümlerini bütün boyutlarıyla ve döne döne ele almaya çalıştı. AHaber ekranları FETÖ içinde yıllarca bulunmuş ve o yapıdan ayrılmış tanıklarla, bu yapının mağdur ettiği insanlarla ve bu yapıyı yakından tanıyan uzmanlarla dolup taştı. Sabah gazetesi bu yapının ordu, yargı, emniyet, medya, eğitim, sağlık, futbol ve diğer sektörlerdeki yapılanmasını ve operasyonlarını yakından takip etti.
O dönemde AHaber'i ve Sabah gazetesini "gündem saptırmak"la, "takıntılı davranmak"la suçlayanlar hiç de az değildi.
Bu hakkı keşke bugün ana akım medyanın diğer cephesinde yer alan aktörler de teslim edebilse. "Mesele değil, zararın neresinden dönülse kardır" deyip devam edelim.
Bir kere FETÖ'nün ifşa edilmesi uğraşının sansasyon yaratmak saikiyle değil, FETÖ'nün gerçek işleyişini açığa çıkarmak ve onunla yürütülecek mücadeleye katkı sağlayacak şekilde olması gerekiyor. Nihayetinde karşımızda hala tam olarak diz çöktürülememiş bir örgüt var.
İkincisi, FETÖ'yü konu edinirken, bu örgütün kirli çamaşırlarını ortaya sererken "devlette örgütlenen İslamcı bir örgütün iç yüzü" tarzı yayıncılık anlayışını bir kenara bırakmak şart. 40 yıldan fazla süredir devlette örgütlenen, tahrif edilmiş bir dinsel söylemle kendisini meşrulaştırmaya çalışan, uluslararası alanda örgütlenen, her tür terörize yöntemi çekinmeden kullanabilen, kendisini sömürgecilerin hizmetine vermiş bir istihbarat teşkilatından bahsediyoruz. Bu örgütle, Türkiye'de birçok zulme aracılık etmiş "irticayla mücadele" kampanyasıyla mücadele edemezsiniz. Aksine, o kirli kampanya nedeniyle bu şeytani örgüt kendisine bu denli geniş bir alan bulabildi. "İrticayla mücadelenin gurur abidesi" olmakla övünen Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bu denli geniş çapta örgütlenebildi.
Cumartesiyi pazara bağlayan gece AHaber'de FETÖ bünyesinde 1986-2003 yılları arasında son derece kritik pozisyonlarda faaliyet yürütmüş olan Said Alpsoy'la yayındaydık. Beş saat süren yayın boyunca FETÖ'nün nasıl bir örgüt olduğu, Fetullah Gülen'in bu örgütü nasıl yönettiği ve bu örgütle nasıl mücadele edilebileceğini konuştuk. Çok ama çok önemli bilgiler verdi Said Alpsoy. Yaptığı ifşaatları daha çok konuşacağız. Ancak şunu söylemekle yetineyim. 28 Şubat döneminde FETÖ adına "TSK sorumlularından (imamlarından) biri" olan Alpsoy, tek bir FETÖ mensubunun dahi ordudan atılmadığını bizzat doğruladı. 6 ayda bir YAŞ toplantılarının yapılıp binlerce insanın ordudan atıldığı dönemlerden bahsediyoruz. Yine Alpsoy'dan öğreniyoruz ki FETÖ tam 3 yıl önceden 28 Şubat'a hazırlanmaya başlamış.
28 Şubatçılar ikna odaları kurup başörtülü kızların başını açtırmaya kalkmadan tam 3 yıl önce örgütün o dönemki üst düzey yöneticilerinden Mehmet Ali Şengül öncülüğünde ikna odaları kurup "başını açmakta tereddüt eden subay eşleri"ne "psikolojik destek" seansları yapılmış. Said Alpsoy ordudaki FETÖ yapılanmasını anlatırken satır arasında şunu çok net ortaya koymuş oldu. FETÖ, TSK içinde TSK'da sorumlu ve yetkili pek çok kişi tarafından korunmuş kollanmış. Hem de irticayla mücadele şampiyonları tarafından...