Yeni hükümet dün Meclis'ten güvenoyu aldı. İktidar partisindeki ve Türkiye siyasetindeki "geçiş süreci", daha doğru bir deyişle "yenilenme süreci" tamamlanmış oldu. Bana öyle geliyor ki yeni yönetim yapısıyla birlikte iktidar partisinde bir süredir yaşanan durağanlık hissi aşılmış oldu.
Bu hissin siyasete ne denli yansıyacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Söz konusu hissin başlıca nedeni gerek parti yönetiminin, gerekse de hükümetin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasi vizyonuyla uyumlu bir performans sergileyeceği teminatını vermiş olması. Bu da AK Parti ve iktidar çevrelerinde bir süredir baş gösteren kafa karışıklıklarını ortadan kaldırmış durumda. Söz konusu kafa karışıklıkları ne yazık ki icraatın hızına ve kalitesine yansıyordu. Önümüzdeki dönem bu nedenle olumlu bir sürece gebe. Yeni dönemin kavramları "hız", "koordinasyon", "istişare" ve "uyum" olacak. Fakat Türkiye'nin meydan okumaları ve zorlu meseleleri aynı yerde duruyor. Türkiye terörle mücadele ediyor. Paralel devlet yapılanmasını temizlemeye çalışıyor. Ekonomik büyüme motorunu yeniden çalıştırmak için uğraşıyor. Ülkenin yeni bir anayasaya ve yeni bir hükümet sistemine ihtiyacı var. Bir yandan tehditleri savuşturmaya çabalarken, diğer yandan elindeki fırsatları değerlendirmeye çalışıyor.
Ne yazık ki bu süreçte muhalefetin siyaseti kilitleme gayretleri hız kesmeden devam ediyor. Dokunulmazlıkların kaldırılmasının ardından sokağı işaret eden bir HDP ve buna ortam hazırlayan bir CHP gerçeğimiz var. Dokunulmazlıkların kaldırılması kararını Anayasa Mahkemesi'ne götüren, PKK çizgisi ile yan yana duran bir CHP!
HDP, PKK'nın Suriye'de elde ettiği ve ABD'lilerin sorumsuz bir tarzda genişlemesine müsaade ettiği alana güvenerek Türkiye'de gerilim siyasetini sürdürmeye devam ediyor. Devlet bunu gördüğü ve PKK'nın Suriye'deki kazanımlarından hareketle Türkiye'de HDP eliyle halkı galeyana getirmeyi planladığını fark ettiği için onu burada köşeye sıkıştırdı. Kürtler de dahil olmak üzere toplumun bütün unsurlarını bu mücadelede yanına katmaya gayret etti.
Kürtler, PKK'nın geçen yıl temmuzdan beri sürdürdüğü terör faaliyetlerini kendisine bir ihanet olarak gördü. Bunda devletin 2002 sonrasında toplumun tüm kesimleriyle yürüttüğü helalleşme siyaseti etkili oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım'ın Diyarbakır'a gidip konuşmaları, Dürümlü katliamında hayatını kaybeden vatandaşların ailelerini ziyaret edip, kabirleri başında dua etmeleri devletin 2002 sonrasındaki yeni yüzünün bir yansımasıdır. Devletin bu yüzü dolayısıyla toplum, terörle mücadelede devletin yanında saf tutmaktadır. PKK, bütün baskı ve manipülasyonlarına rağmen istediği desteği yine bu nedenle bulamamaktadır.
Geçen dönemde sık sık devletin "halk" ile "terör örgütü"nü ayırması gerektiğinden bahsedildi. Bu bence bir eski Türkiye söylemi. Devlet, halkı ve terör örgütünü zaten net biçimde ayırıyor. Bu operasyonlar sürecinde de net olarak gördüğümüz bir husus. Esas olan, terörle mücadelede halkın devletin yanında yer alması, ona destek olmasıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Diyarbakır'daki hitabında "çıkar birliği değil kader birliği" vurgusu yapması bu nedenle önemli.
Aynı şekilde Başbakan Yıldırım'ın da teröre ziyadesiyle maruz kalmış bölgelerin imar siyasetine ilişkin teminatları da önemli. Meşru siyaset kanalları açık. Ve teröre destek verdiği düşünülen milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da siyasetin alanının genişlemesine hizmet eden bir unsur. Yeni dönemde terörle mücadelede de, paralel devlet yapılanması ile mücadelede de bir hızlanma göreceğiz. Ve bu hızlanma doğrudan siyasetin alanını genişletecek...