"2002 Ruhu" lafını ilk kez Ankara'da, üst düzey bir AK Partilinin ağzından duymuştum.
Gezi kalkışmasından hemen önceydi.
"Erdoğan'ın partideki belirleyici pozisyonu"nu eleştiriyordu.
Kamuoyu önünde değil, kapalı kapılar ardında yapıyordu bu eleştiriyi.
"2002 ruhuna geri dönülmeli" diyordu.
"Eski, güzel günler"den bahsediyordu.
Artık kendilerine danışılmadığından şikâyet ediyordu.
Halbuki Erdoğan'ın partideki ağırlığı 2002'de nasılsa o gün de aynıydı.
Erdoğan, AK Parti'nin kurulduğu günden o güne tartışmasız lideriydi.
Aynı oranda istişare ediyor, inisiyatif alması gerektiğini düşündüğü noktada inisiyatif alıyordu.
Peki sorun neredeydi?
Sorun, Erdoğan'ın onunla artık eskisi gibi istişare ettiğini düşünmemesiydi.
Halkanın dışına çıktığına kanaat getirmesi, kendisini dışlanmış hissetmesiydi.
Gezi kalkışması olduğunda, birçok AK Partili gibi o da sustu.
Ortamı seyre daldı, arazi koşullarına uyum sağladı.
"Erdoğan'ın siyasi olarak miadını doldurduğu"nu, "tarihsel misyonunu yerine getirdiği"ni düşünüyordu.
Erdoğansız bir AK Parti fikri ona da sıcak geldi.
Ha bugün, ha yarın diyerek beklemeye başladı.
5 Mayıs tarihi o ve onun gibiler için bir milat oldu.
Erdoğan'ın liderliğinin ne anlama geldiğini gördüler.
AK Parti'nin bir "Erdoğan hareketi" olduğunu kavradılar.
Kavramak zorunda kaldılar.
Şimdi de sanki bir dönem "Erdoğansız AK Parti" projesine ortak olmamışlar gibi konuşuyorlar.
Bizi millete kapıyı göstermekle itham ediyorlar.
AK Parti'de kimin içeride kalıp kimin kalmayacağının kararını verecek olanlar bellidir.
Bu, benim ya da bir başka yazarın haddi değildir.
Fakat müsaade edin de, olan biteni kendi zaviyemizden tahlil edelim.
Neden rahatsız oluyorsunuz?
Hani "eleştiri" çok kıymetliydi!
Şimdi karşımıza geçmiş zekâmızla alay edercesine, "ne oldu ki, niye böyle şeyler söylüyorsunuz" diye yorum yapıyorlar.