PKK, yıllar yılı devlete karşı bir "hak savaşı" yürüttüğünü iddia etti. Bugün ise bir "güç savaşı" yürütmekten bahsediyor. Bu asaleten yürütülen bir savaş da değil üstelik. Düpedüz vekaleten yürütülen bir savaş.
Dün "Kürtlerin haklarını savunuyoruz" diye martaval okuyordu. Şimdi "Kürtlere devlet kuruyoruz" diye propaganda yapıyor.
PKK bu yeni faza, "vekaleten yürüttüğü savaş" nedeniyle geçti. Geçmek zorunda kaldı. Üzerindeki örtü sıyrılıp düştü. Silah, şiddet, terör başından beri PKK ile birlikteydi. Fakat PKK, ayrılıkçı söylemi hiç bu kadar net biçimde savunmamıştı.
Ayrılıkçı damar başından beri PKK'nın içinde var olsa da, örgüt o damarı görünmez kılmak için çok çaba sarf etti.
PKK'ya bağlı siyasi partilerin, HDP ve ardıllarının söylemlerinde bu çabanın izlerini görmek mümkün. Suriye iç savaşı sonrasında bu yaklaşım değişti. PKK, önce bu iç savaşı kendi lehine kullanmak istedi. Suriye'de elde ettiği "egemenlik alanı"nı Türkiye'ye de taşımaya çalıştı.
Kendisini, Kürt bölgelerinde "kamu otoritesi" olarak takdim etti.
Gündelik hayatın akışına doğrudan müdahalelerde bulundu. Türkiye'nin Güneydoğusunda "özyönetim"ler ilan etti. Kürtleri ayaklandırmaya çalıştı. Böylelikle, Suriye'de kazandığını Türkiye'de de kazanacağını varsaydı. Belki de Suriye'de kendisine sunulan mevzilerin, Türkiye'de de verilebileceğini düşündü.
Ne var ki PKK, birbirine sınır komşusu olsalar da Türkiye ve Suriye arasındaki mahiyet farkını görmezden geldi. PKK'nın bir dönem ağzının suyunu akıtan Suriye iç savaşı, gün geldi onu Türkiye'de köşeye sıkıştırdı.
Kendisini Suriye'nin Kuzeyindeki gelişmelere endeksleyen ve oradan elde ettiği "kazanımlar"la Türkiye'de de alanını genişleteceğini uman PKK temel bir stratejik hata yaptı. Gün sonunda PKK ve onun siyasetteki temsilcisi HDP'nin Türkiye'deki alanı daralmış oldu.
Bu daralma devam edecek.
PKK da, HDP de kendisini güvenlikçi alana hapsetmiş durumda. PKK, "hak savaşı" retoriğiyle, HDP ise "Türkiyelileşme" ve "Erdoğan karşıtlığı" söylemiyle elde ettiği toplumsal desteği yitiriyor. PKK Suriye'deki güç savaşı tarafından kuşatıldıkça irrasyonel adımlar atıyor.
PKK'nın kuşatılmışlığını ortadan kaldırmak için de, en çok HDP uğraş vermek zorunda kalıyor. Kendisini yok edecek adımlar atıyor.
Çözüm süreci başladığında, "Öcalan'la anlaşmak yetmez, biz de varız" diyen Kandil'in postacısına dönüşüyor.
Hepimizin malumu, PKK (PYD) Cerablus'u alıp Fırat'ın Batısına geçmeye uğraşıyor. Bu, PKK (PYD) koridorunun oluşması demek. Türkiye açısından bu durumun yaratacağı stratejik riskler ortada.
Yine, böylesi bir ihtimalin bölgede Arap- Kürt çatışması ortamı yaratması da mukadder. Bu da Türkiye'ye yeni bir göç dalgası demek.
Özetle bütün bunlar Türkiye'nin milli menfaatlerine zıt bir durum. İşte, burada devreye HDP giriyor. Selahattin Demirtaş Rusya'ya gidip yardım istiyor. Türkiye'nin aleyhine, PKK'nın lehine yabancı bir devletle pazarlığa oturuyor.
"Cerablus'u almamız için destek verin, biz de karşılığında Türkiye'de ayrılıkçı söylemi güçlendirelim. Cumhurbaşkanına ve Hükümet'e karşı propaganda yapalım." Falan, filan.
Bu pazarlığı da bütün Türkiye görüyor. Bu ülkede seçime girecek bir siyasi parti, böyle bir duruma düşmek ister mi? Bence istemez. Ama üzerindeki vesayetin keyfini yıllarca sürer, siyaset namına ortaya hiçbir özgün değer koymazsan gün sonunda, gıkını çıkaramazsın.
Yancılıktan öteye geçemez, parti de, özne de olamazsın...