Bir seçimi daha geride bıraktık. AK Parti kurulduğu günden bu yana ilk kez bir genel seçimden tek başına iktidar olabilecek çoğunluğu alamadan çıkmış oldu. Türkiye siyaseti yeni bir gerçeklikle karşı karşıya kaldı. Her ne kadar AK Parti tek başına iktidar olabilecek çoğunluğu elde edemese de, seçimden birinci parti olarak çıkmayı başardı. AK Parti, diğer partilerle karşılaştırıldığında Türkiye'nin bütün bölgelerine ve farklı sosyokültürel kesimlerine seslenebilme özelliğini her şeye rağmen korumuş oldu.
AK Parti'nin tek başına iktidar olabilecek çoğunluğu elde edememesi nedeniyle bir muhasebe yapması gerektiği açık. Hiç kuşkusuz AK Parti yönetiminden beklenen çevresel faktörler yanında bünyevi problemler üzerinde de dikkatle durmasıdır. Ne var ki söz konusu muhasebe sürecinin sağlıklı ve olgun bir tarzda sürdürülmesi, pozisyon temelli değil, siyaset odaklı yapılması şarttır.
AK Parti, ülkenin 2000 sonrasındaki kazanımlarını kurumsallaştırmak ve hükümet sistemi değişikliği başta olmak üzere gerekli yapısal değişimlere öncülük etme imkânını bu kez yitirmiş oldu. Ne var ki, bütün bunlar Türkiye toplumunun ve siyasetinin ihtiyaçları olarak karşımızda duruyor.
Şunu unutmayalım. Türkiye egemenlik bunalımı içindeki bir devleti geride bıraktı. Bastırılmış kimlikler tarih oldu. Karşımızda özgüven yoksunu bir toplum yok artık. Öngörülemeyen, kriz içindeki bir ekonomiden bahsetmiyoruz. Korkular üzerinden yürüyen bir siyasal gerçeklikle karşı karşıya değiliz. Bugün kimse askeri ve sivil bürokrasinin vesayetinden bahsetmiyor. Kendisini, iktidar kurup iktidar yıkabilecek güçte gören bir medya, toplumun gözünde gayrimeşru.
Bütün bunlar Türkiye'nin 2000 sonrasındaki kazanımları ve bu kazanımların kalıcı hale getirilmesi bu ülke için bir ihtiyaç. Türkiye'nin etkin biçimde yönetilmesi, istikrarlı bir sosyo- ekonomik yapının devamı toplumun en somut beklentisi. Mevcut siyasi tablo içinde bu ihtiyacı karşılayabilecek bir yönetim yapısı kurulabilir mi? Açıkçası ben buna ihtimal vermiyorum.
Teknik olarak, koalisyon hükümetinden, azınlık hükümetinden, azınlık koalisyonundan vs. bahsedilebilir. Fakat pratikte ben ufukta erken seçim görüyorum. Elbette CHP ve MHP bir koalisyon hükümeti kurabilir, HDP de ona dışarıdan destek verebilir. Fakat bu da benim "erken seçim" öngörümü yanlışlayan bir durum değil. Zira toplumun siyasetten beklentileri ciddi şekilde artmış durumda. Ve AK Parti karşıtlığı temelinde birleşmiş siyasi grupların iktidarla imtihanı hiç de kolay bir imtihan olmayacak.
HDP'nin barajı aşıp aşamayacağı, bu seçimin en fazla tartışılan meselelerinden biri oldu. Sonuç itibariyle HDP barajı aştı. HDP'nin barajı aşması gerektiğini söyleyenler, çözüm sürecinin devamı, toplumsal barışın tesisi ve sağlıklı bir yeni anayasa için bunun şart olduğunu vurguluyordu. Normal şartlar altında, bundan böyle bu söylemi kullanan siyasi aktörlerin, HDP'nin bu doğrultuda hareket etmesi için bir baskı grubu oluşturması gerektiğini iddia etmeliyiz. Ancak, barajı aşma stratejisini Erdoğan karşıtlığı üzerinden kuran HDP, böylesi telkinlere ne denli açık olacak?
HDP, bundan böyle yıkıcı siyaseti bırakıp, yeni Türkiye'nin inşası sürecine katkıda bulunacak mı? Sırrı Süreyya Önder'in "emanet oylar"a yaptığı vurgu da gösteriyor ki, HDP aktör temelli karşıtlık stratejisini uygulamaya devam edecek.
Bu seçimlerde CHP kaybederken, MHP kazandı. CHP, onca uğraşına rağmen kaybetti. CHP-HDP mücadelesinden HDP kazançlı çıktı. MHP ise, HDP'nin yükselişine bağlı olarak, tabiri caizse kılını kıpırdatmadan oylarını yükseltti.
Hep söylüyorum siyaset, sahici bir iştir. Kısa dönemli kazançlar ya da kayıplar değil, uzun vadeli vizyon ve stratejiler galip gelir. Son olarak şunu da ekleyeyim: Seçim sonuçlarına bakıldığında, bu seçimlerde kültürel reflekslerin, kimlik algılarının önemsiz olacağına ilişkin öngörülerin boşa çıktığı görülüyor.