Hepimizin malumudur, Türkiye siyasi hayatı darbelerle maluldür. Siyasi tarihimizin en ağır travması herhalde 27 Mayıs darbesidir. Bundan tam 55 yıl önce siyasete vurulan darbe sadece vesayetçi bir siyasal sistem kurmadı, aynı zamanda siyasi kültürümüzü de zehirledi.
Atanmış bürokratların "hancı", seçilmiş siyasetçilerin "yolcu" olarak görüldüğü bir kültür çıktı ortaya. Kemalizmi Baasçılıkla harmanlayan, siyaset oyununda kendisini yenik hissettiği her dakika "zinde güçler"i göreve davet eden "solcu"lar bu kültürün ayrılmaz parçasına dönüştü. Yine bu kültür içinde ordu ile birlikte sermaye, medya ve meslek kuruluşları iktidarın asli sahibi olduklarını iddia ettiler. 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat askeri müdahaleleri 27 Mayıs'ın zehirlediği siyasal kültür içinde varlık buldu.
***
Bu siyasal kültürün en önemli sorunu sahnedeki aktörlerin sürekli birbirinden rol kapma mücadelesi içinde olmasıydı. Öyle bir ortam oluşmuştu ki, ordu da, medya da, sermaye de demokrasiyi halka, siyaseti siyasetçiyi bırakmamak hususunda ortaklaşmışlardı.
Halkın oyuyla seçilen, meşruiyetini seçmenden almak durumunda olan siyasetçiler ise bu vesayet odaklarını gözeterek adım attılar. Anti-demokratik bir rejimi bütün aktörler elbirliğiyle inşa ettiler. Darbeler, bu antidemokratik rejimin işletilmesi için en önemli dayanaktı. Sadece darbenin kendisi değil, adı ve ihtimali bile bu süreçte bir araç olarak kullanıldı. 2002 sonrasında Türkiye'de değişen en önemli şeylerden biri bu oldu. Askerin siyasete yönelik illegal müdahalelerinin önü kesildi. Bu sadece fiili darbe ihtimalinin ortadan kalkması anlamına gelmedi, aynı zamanda darbe tehdidiyle kendisine alan açmak isteyen vesayetçilerin tasfiyesi anlamına geldi.
Sivil asker ilişkileri normalleşti, militarizm geriletildi, darbeciler yargılanmaya başlandı ve toplumdaki demokrasi bilinci gelişti. Dahası darbelerin kolaylıkla meşrulaştırılmasına yol açan ekonomik krizler ve toplumsal kaoslar sona erdi. Siyasetin böylesi yasa dışı araçlarla vesayet altına alınabileceği düşüncesi meşruiyetini yitirdi.
***
Peki darbeler, sadece birkaç "
deli"nin siyasi fantezisi yahut takıntısı nedeniyle mi gün yüzüne çıktı? Darbelerin karşıladığı hiçbir "
ihtiyaç" yok muydu? Elbette vardı. Darbelerin neşet etmesinde, birçok psikopatın dahli olsa da, darbelerin her biri bir ihtiyacı karşılaşamaya yönelikti.
Yanlış anlaşılmasın, askeri darbelerin toplumdaki düzen ihtiyacını karşılamaya dönük müdahaleler olduğunu söylemiyorum. Bu darbeleri meşrulaştırmak isteyen aktörlerin sığındıkları bir bahane sadece. Zira darbeleri yapanlarla, darbeye zemin hazırlayanlar aynı aktörler. Dolayısıyla darbe öncesinde kaos üretenler de onlar. Darbenin ardından oluşan sosyo- ekonomik çöküntü de cabası.
Askeri darbeler, Türkiye'de her şeyden önce toplumsal değişim ve mobilizasyonun önünün kesilmesi ihtiyacını karşıladı. İkincisi, Batı'yı onay makamı olarak gören dar bir zümrenin ülkeyi yönetmesini temin etmeye çalıştı. Üçüncüsü ise, çevreden gelen aktörlerin merkeze yerleşmesini ve merkezi dönüştürmesini engellemeye çalıştı.
***
Evet, Türkiye değişti ve geleneksel anlamda askeri darbe ve müdahaleler için zemin kalmadı. Fakat darbeden medet uman ulusal ve uluslararası güçler için müdahale ihtiyacı devam ediyor. Hem de artarak... 17 Aralık müdahalesi tam da bu ihtiyacı karşılamak için yapıldı. Başarılı olamadı. Dahası iktidara, bu müdahalenin arkasındaki paralel devlet yapılanmasını tasfiye etme imkânı verdi.
İki gün önce New York Times'ta kaleme alınan ve Erdoğan'a karşı Amerika'yı ve silahlı kuvvetleri göreve çağıran başyazı da bahsettiğim ihtiyacı karşılamaya yönelik bir girişimdir. Engellenmeye çalışılan, Erdoğan'ın liderliğinde tüm hızıyla ilerleyen toplumsal dönüşüm ve mobilizasyon sürecidir.